G20, Söylem ve gerçek
Fotoğraf: Envato
Hamaset, Türkiye’de iktidarların pek sevdiği geleneksel bir söylem düsturudur. Gerçekler çok başka şeyler söylerken, sermaye iktidarları toplumsal desteklerini yitirmemek için, başta insanların gündelik hayatını doğrudan etkileyen ekonomi olmak üzere birçok alanda toz pembe tablolar çizer.
ÇOK ULUSLU HAMASET
Ancak hamaset pekala, bilimsel kavramlarla desteklenen incelikli söylemlerle de yapılabilir ve uluslararası metinlerde de sıkça kullanılır. Örneğin yakın tarihimizde ABD ve diğer batılı emperyalistlerin Balkanlardan Ortadoğu’ya uzanan bütün müdahale biçimleri için ‘insani müdahale’, ‘demokratik müdahale’ gibi kavramlar kullanıldı. Amaç, o bölgeleri diktatörlerinden kurtararak demokratikleştirmekti, yoksa hiçbirinin arkasında ekonomik, siyasi çıkar hesaplarına dayalı hegemonya hesapları yoktu(!)
Bu yaklaşımı G20’nin sonuç bildirgesinde, liderlerin konuşmalarında ve Türkiye’de iktidara yakın yayın organlarının konuyu Türkiye açısından ele alış tarzında da görüyoruz.
‘KÜRESEL MERHAMET’ Mİ, SÖMÜRÜ MÜ?
G20 zirvesinin sonuç bildirgesinden başlayalım. Bildirgede ekonomi alanına dair vurgular öne çıkıyor ve hazırlayanların kim olduğu bilinmediğinde bu bildirgenin, yoksullukla, işsizlikle mücadeleyi öne alan emek dostu bir kurum tarafından hazırlandığı bile sanılabilir. Bildirgeden bazı bölümler şöyle:
“Küresel ticaret ve yatırım, ekonomik büyüme ve kalkınmanın önemli itici güçlerini oluşturmakta, istihdam yaratmakta ve refah ile kapsayıcı büyümeye katkıda bulunmaktadır.”
“Daha önceki taahhütlerimiz temelinde ve ulusal koşullarımızı da dikkate alarak, G20 ülkelerinde iş gücü piyasasında daimi olarak geride kalma riskini en çok taşıyan gençlerin oranının 2025 yılına kadar yüzde 15 azaltılması G20 hedefi üzerinde mutabık kaldık. OECD ve ILO’ya bu hedefe ulaşılması yolundaki ilerlemeyi izlemek üzere bizlere destek vermeleri çağrısında bulunuyoruz.”
Şimdi bu parlak söylemlerin altını biraz kazıyalım. “Küresel ticaret ve yatırım” denilen politikanın, batının büyük kapitalist tekellerinin, epey bir zamandır emeğin batıya göre çok daha ucuz olduğu, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ‘ucuz emek cenneti’ diye adlandırılan ülkelere yönelmesini içeren bir kavram olduğunu biliyoruz. Bu politika dünya devleri ve onların ülkeleri açısından, küresel imkanları kullanarak sömürüyü daha da artırmanın bir anahtarı durumunda.
Bunu şöyle bir kıyaslama ile daha net görebiliriz. Hatırlanacağı gibi, Türkiye’de kısa bir süre önce sanayinin kaleleri olan metal sektörü büyük eylemlerle sarsılmıştı. İşçiler, yoğun sömürü koşullarına isyan etmişlerdi. Alman sermayesine ait olan Bosch’un Türkiye’deki fabrikasında yeni bir işçi bütün yardımlar ve ikramiyelerle birlikte 1500 lira, aynı fabrikada 10 yıldır çalışan bir işçi ise, 1800 lira civarında kazanıyor. Bosch’un Almanya’taki fabrikasında düşük ücretli bir işçi 3 bin 200 avro, mühendislerin de aralarında bulunduğu kalifiye olanlar ise 5 bin 200 avro civarında alıyor. Avronun 3.0582 lira olan dünkü kur fiyatı üzerinden hesaplandığında Almanya’daki fabrikada çalışan düşük ücretli Bosch işçisinin aldığı aylık ücretin Türk lirası karşılığı 9786.24 lira, kalifiye olanın ise 15902.64 liradır. Yani Almanya’daki Bosch’ta çalışan düşük ücretli bir işçi, aynı şirketin Türkiye’deki fabrikasında düşük ücretle çalışan işçiden 6.5 kat fazla ücret alıyor. Bosch’un Almanya’daki fabrikasında çalışan kalifiye işçi ise, aynı şirketin Türkiye’deki fabrikasında çalışan kalifiye işçiden 8.8 kat, yani 9 kata yakın oranda fazla ücret alıyor. O “küresel merhamet” duygusunun nereden kaynaklandığı anlaşılmıştır herhalde.
MÜLTECİLER KONUSUNDAKİ İKİ YÜZLÜLÜK
G20’nin gerçekleştiği dönem itibariyle en önemli gündemlerinden biri olan mülteciler başlığı ise sonuç bildirgesine şu ifadelerle yansıdı: “Dünyanın çeşitli bölgelerinde benzeri görülmemiş sayılara ulaşan mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişilere koruma ve destek sağlanması ve kalıcı çözümler bulunması yönündeki tüm çabalara yönelik desteğimizi güçlendirmeye devam etmeye kararlıyız. Tüm devletleri, mevcut krize mukabelede bulunulmasına katkı sağlamaya ve mültecilerin yeniden yerleştirilmesi, diğer insani kabul yöntemleri, insani yardımlar ve mültecilerin hizmetlere, eğitime ve temel ihtiyaçlara ulaşmasının temini doğrultusundaki çabalar vasıtasıyla krizle bağlantılı külfeti paylaşmaya davet ediyoruz.”
Bugün dünya sayfamızın manşetinde olan haber, G20’nin en güçlü ülkesi olan ABD’nin bu konudaki samimiyeti açısından önemli bir gösterge sunuyor. Paris’teki saldırıların ardından ABD’de 24 eyaletin valisi Suriyeli mültecilerin girişini kabul etmeyeceklerini açıkladı. Ve bu yazı yazılırken, ajanslara düşen bir haber, Bodrum’dan dün sabah yola çıkan ve Yunanistan’ın İstanköy Adası’na gitmek isteyen Suriye uyruklu 18 mültecinin bulunduğu botun alabora olması sonucu, 4’ü çocuk 9 mültecinin öldüğünü bildiriyordu.
YOLSUZLUKLA MÜCADELE Mİ?
Sonuç bildirgesindeki bir cümle de şöyle: “G20 Yolsuzlukla Mücadele Eylem Planının etkili şekilde uygulanması yoluyla, yolsuzluğa karşı küresel düzeyde hoşgörüsüzlük kültürü oluşturulması yönünde taahhüdümüzü sürdürüyoruz.” Bu zirveye ev sahipliği yapan Türkiye’de “17 ve 25 Aralık” tarihleriyle anılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yakınları ve AKP’li bakanları da içeren ciddi iddiaları kapsayan büyük yolsuzluk soruşturmasının, o soruşturmayı yürütenlerin canlarına okunmasıyla sonuçlandığını hatırlatalım ve soralım: Başka söze gerek var mı?
TÜRKİYE İÇİN ZAFER DEĞİL HEZİMET
Diğer bir nokta da iktidara yakın gazetelerin ‘Ankara’nın diplomasi zaferi. Esad bitti’ başlığı ile sundukları haberlerle dair. Obama G20 zirvesi kapsamında düzenlediği basın toplantısında, “Güvenli veya uçuşa yasak bölge, amaca zarar verir” diyerek Türkiye’nin zirveden en büyük beklentisi olan konuya son noktayı koymuş oldu. Ayrıca zirvede, ‘yandaş’ basının bu iddialarını destekleyecek hiçbir gelişme de yaşanmadı. Putin’in, “IŞİD, 40 ülkeden finansal destek alıyor. Bunlar arasında G20 üyeleri de var” şeklindeki sözlerinin ve ülke ismi verilmeden IŞİD’e verilen toplam desteğe dair vurgularının muhataplarından birinin de Türkiye olduğunu ayrıca söylemeye gerek var mı?
Zirve sonunda yayımlanan “Terörizmle Mücadele Hakkında G20 Bildirisi”nde, “Terörizmle kararlı mücadele” yönündeki vurguların toplamının da, başta batı ülkelerindeki Ortadoğu, Arap coğrafyası kökenliler olmak üzere yabancıların hayatını zorlaştırabileceğini tahmin etmek zor değil. G20’yi oluşturan ülkelerin “terörle mücadele” adı altında yaptıkları operasyonların ya ülkeleri yerle bir etmekle sonuçlandığını, ya da IŞİD gibi örgütlerin yeşerdiği bir ortamı oluşturduğunu hatırladığımızda bu müdahalenin nasıl olacağı da yeni soru işaretlerine yol açabiliyor. Gerçek suçluları arama ve onlarla mücadele bahanesiyle yürütülecek güvenlik politikalarının, özgürlüklerin daha da sınırlandırmasını getirip getirmeyeceğini hep birlikte göreceğiz.
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00