20 Kasım 2015 01:00

Kapitalizm vicdan meselesi değildir

Kapitalizm vicdan meselesi değildir

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde sermaye kesiminden iki önemli ismin kapitalizme dönük eleştirileri kamuoyuna yansıdı. İlk olarak Bill Gates “Kapitalizm bizi iklim değişikliğinden koruyamaz” diyerek çevre dostu enerji kaynaklarına dönük arayışın sermayenin kar kaygısının gölgesinde kaldığını vurguladı. Sonrasında ise bu kez Türkiye sermayesi açısından önemli bir isim, Ali Koç G 20 zirvesi öncesinde yaptığı konuşmada gelir “eşitsizliğinin giderilmesi için kapitalizmin ortadan kalkması gerektiğini” belirtti. Kuşkusuz sermaye kesiminden kapitalizme dönük eleştiriler yükselmesi yeni bir olgu değil. Yakın geçmişte Soros da kapitalizmi açık topluma dönük yeni tehdit olarak tanımlamış, Bufett ise sekreterinden daha düşük oranda vergi verdiğini vurgulayarak eşitsizliğe dikkat çekmişti.
Bu itiraflar elbette mevcut sistemden en fazla nemalanan kesimler tarafından dile getirilmesi açısından önemlidir. Ama pratikte bir karşılığı yoktur. O kürsüden indiğinde Koç yine işçisine elinden geldiğince düşük ücret ödemeye, Buffet ise her türlü muhasebe hilesine sığınarak düşük vergi vermeye devam edecektir. Bu amansız kar arayışı ve rekabet ortamında duraklayanın, sendeleyenin yerini yenisi alacaktır. Kısacası kapitalizm bir vicdan meselesi değildir. Eski Türk filmlerinde Hulusi Kentmen’in canlandırdığı tarzdaki sevecen, işçi dostu patron doğal seleksiyon sürecinde ayıklanmaya mahkumdur. Bu nedenle Erdoğan’ın patronlara dönük “biraz daha az kazanın” söylemi olsa olsa tribüne oynamaktır.
***
Seçim sonrasında yaptığımız değerlendirmede istikrarsızlık korkusunun adalet kaygısına ağır bastığını vurgulamıştık. Bu hafta gazetemizde yayınlanan bir işçi mektubu bu açıdan pek çok anketten daha açıklayıcıydı. “Oyumu AKP’ye verirken bir işçi gibi değil TOKİ’den 15 yıl borçlanarak ev almış birisi gibi davranmak zorunda kaldım” diyen işçinin hissiyatının borçlu milyonlar  tarafından paylaşıldığına kuşku yok.
Marx ve Engels’in işçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını vurguladığı dönemden bu yana işçi sınıfı önce büyük kazanımlar elde etti sonra da birbiri ardına bunları yitirmeye başladı. 1980’lerden itibaren küresel alanda sosyal devlet gerilerken finansal sektörün hızla genişlediği bir sürece şahit olduk. Parasız eğitim, parasız sağlık ve parasız-ucuz barınma ya da lojman olanakları  gibi geçmişteki temel kazanımlarından yoksun bırakılmış  işçi sınıfı yaşam standartlarını koruyabilmek için giderek daha büyük bir borç sarmalına sürüklendi. Ülkemizde finansal sistemin derinleşmesi 90’lar sonrasına denk geldi. Krizlerle geçen on yıldan sonra 2000’lerde hız kazandı. Bu süreçte işçilerin reel ücretleri baskılanırken, gelişen yeni ihtiyaçlarla büyüyen açık kredilerle finanse edilmeye başlandı. 12 yıl gibi kısa bir sürede hane halkı borç stokunun  GSYH’ya oranı yüzden 2’den yüzde 20’ler seviyesine dayandı. Yükselen borçluluk işçi sınıfının kısa süreli işsizliğe tolere etmesini zorlaştırırken, faizler başta olmak üzere finansal gelişmelere duyarlılığını arttırdı. Erdoğan işte bu korkuyu iyi kullandı ve oya tahvil etti.
***
Fed Açık Piyasa Komitesi’nin Ekim toplantısına dönük merakla beklenen tutanaklar geçtiğimiz gün açıklandı. İfadeler Aralık ayında faiz artışına gidilmesi konusunda önemli ölçüde görüş birliğine varıldığına işaret ediyor. Ekonomiye dönük güvenin artmasında ve sıkılaştırma yanlısı eğilimin ağırlık kazanmasında işsizlik oranının yüzde 5 seviyelerine gerilemesi kadar, çekirdek enflasyonun yüzde 1.9 seviyelerine tırmanması da önem taşıyor.
Piyasalarda önemli negatif bir gelişme olmadığı takdirde gelecek ay Fed faiz artırımına gidecek gibi görünüyor. Bundan sonra önemli olan bu artışın ne boyutta ve hızda gerçekleşeceği. Euro bölgesinin zayıf performansına karşılık Çin ekonomisinden gelen yavaşlama sinyalleri dünya ekonomi açısından kısmı bir ayrışmaya işaret ediyor. ABD’nin para politikasına ilişkin kararların sadece ABD ekonomini bağlamadığını da düşünürsek burada Fed’in sadece iç değil aynı zamanda dış kaygılarla da daha temkinli bir çizgi izlemek durumunda olduğunu görüyoruz. Bugüne değin Fed tarafından gelen açıklamalar da politika faizinin yavaş ve kademeli olarak yükseltileceği beklentisini destekliyor.
Anlaşılan o ki, 2016 Türkiye gibi sıcak para girişleriyle fonlanan ekonomiler açısından sıkıntılı bir yıl olacak. Faiz oranları Fed’in politikalarına paralel olarak yukarı yönlü bir seyir izlerken, enflasyonda kur baskısı hissedilecek. Ekonomi seçim baskısından kurtulduğuna, Başçı’nın görev süresi de önümüzdeki yıl içerisinde dolduğuna göre Erdoğan’ın bu kez istikrarsızlığın faturasını kesecek yeni bir kurban bulması gerekecek gibi. Artık bu kurban içeride bulunur, dışarıda mı bunu hep birlikte göreceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa