23 Kasım 2015 01:00

Beyaz bant

Beyaz bant

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Michael Haneke her filmiyle zihnime onlarca soru üşüşmesini sağlayan, hayatımızın içinden karelerle filmlerinin karelerini üst üste düşürerek bizleri dünyamızın acımasız gerçekliğiyle yüzleştiren bir yönetmen. Yüzleşmenin zorlayıcılığı bağlamında beni en çok etkileyen filmlerinden birisi oldu Beyaz Bant- Das Weisse Bant. İçinden geçtiğimiz günler, içinden geçilen her günden yüzümüze çarpan dalga dalga kötülük ve bu kötülük karşısında artarak etrafımızı çeviren suskunlukla denk düştüğünden mi, en sevdiğim yönetmenlerden biri olmasına rağmen o dönemde izlemeyip de, böyle günlerde izlemeyi seçmiş olmanın yarattığı kendimle yüzleşme halinin mi oluşturduğunu çok da ayıramadığım bir etkilenme ile soluksuz izledim filmi.
Almanya’nın Hitler faşizminin yükselişi dönemindeki erişkinlerinden küçük bir kesidin çocukluk dönemlerine denk gelen 1. Dünya Savaşının hemen öncesi  taşradaki mütedeyyin, muhafazakar aile yapısı, içindeki baskın çocuk istismarının her türü ile kasabanın suskunluğu ve bu sessizliğin çığlığı gibi siyah beyaz görüntüleri yırtan bir tür cezalandırmalar zinciri yüzümüze tokat gibi inerken, cezalandırmalardaki şiddetin özellikle son kertede doğumsal sağlık sorunu olan çocuğa yönelişi ve yöntemi filmi sorularla bitiriyor Haneke’nin her zaman yaptığı gibi. Bu sorular öyle çok, yanıtlar o denli karmaşık ki, ciddi bir emek istiyor filmi izlemek.
Tıpkı Konya’da Ankara katliamını anmanın ıslıklanışında, hemen ardından bu kez Paris katliamı anmasına yönelen kötücül davranışta aklımıza üşüşen sorular gibi. Nerede başladı, nasıl oldu, diye sormaya başlamadan önce Paris ile Suruç, Ankara, Diyarbakır, hangisi bize daha uzak, bunları da sorabiliriz belki.
İnsan Hakları Derneği’nin ardımızda bıraktığımız Dünya Çocuk Hakları Günü dolayısıyla yayınladığı raporunda Ocak ayından bugüne 51 çocuğun çatışmalarda öldürülmüş olması, doğmamış çocuğun hakkı üstüne horoz gibi kabarıp, tecavüz sonucu ortaya çıkan gebeliği sonlandırmama kararlılığını, “doğursun, devlet bakar” diyerek doğan çocuğun adını da Devlet koymada gösteren anlayışın Nusaybin’de gebe bir kadını evinin merdivenlerinde öldürmesi, Silvan’da duvarlara “kurdun dişine kan değdi” diye yazabilmesi nasıl bir kötülük ikliminde gerçekleşebilir, sormalıyız.
Haneke’nin filmleri gibi, şiddeti çoğaltan iklimlerin soruları da yanıtları da çok yönlü. Doğru soruları bulup çıkartmak gerekiyor. Yanıtları için de el birliği ile çalışmalı. Eğer bu çabayı göstermezsek bizim çocuklarımızın da geleceği çok daha karanlık olacak gibi görünüyor, tabii onları öldürmeyip de bir gelecek verebilirsek.
Masumiyetlerini ellerinden alıp, öldürmediysek eğer, kollarına beyaz bantlar takarak şiddetin ortasına terk etmiş olacağız yoksa…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa