23 Kasım 2015

Savaş; Kime karşı nereye kadar?

Daha önce birçok yazıda 7 Haziran seçimlerinden sonra Kürdistan’da savaşın tırmandırılmasının Sarayın tek başına iktidar hedefiyle ilişkisine dikkat çekmiştik. 1 Kasım seçimleri Sarayın savaş ve kaos planının tuttuğunu ve ‘istikrar’ kaygısıyla toplumun önemli bir kesiminin AKP’ye oy verdiğini gösterdi. Mesela Kürdistan’da orta sınıf ve yerel sermaye çevreleri, tek başına iktidar olmasından sonra savaşın biteceği beklentisiyle AKP’ye oy verdiler.
Bugün akla gelebilecek ilk soru şudur: Eğer savaş tek başına iktidar hedefiyle ilişkiliyse, AKP-Sarayın tekrar tek başına iktidar olmasından sonra neden bitmedi? Kürdistan’daki gelişmelere bakıldığında ortada savaşın öyle kısa zamanda biteceği gibi bir tablonun olmadığı da açık.
Bu soruya bizim yanıtımız da şudur: Evet, savaş tek başına iktidar hedefinden bağımsız değildi. Ancak bugün seçimi kazanmasına rağmen AKP-Saray, ülkeyi içine sürükledikleri açmazları ve kendilerini kuşatan sorunları çözebilme şansına sahip olmadığı için savaşa sarılmaya devam ediyor.
Birinci olarak, AKP 7 Haziran’dan 1 Kasım’a ülkedeki ekonomik, sosyal, siyasal herhangi bir sorunu çözerek değil; aksine bütün bu alanlarda sorunları büyüterek, yani adeta toplumu rehin alıp iktidar olmuştur. Bu nedenle bugün savaş, sorunları büyüten bir iktidarın sadece Kürt hareketini baskılayıp gücünü kırmanın değil, cephe gerisini de dizayn etmenin ‘işlevsel’ bir aracı durumundadır. Savaş, hakları için eylem yapan işçilerden YÖK’ü protesto eden öğrencilere ve iktidarı eleştiren medya organlarına kadar bütün toplum kesimlerinin baskı altında tutulmasına ve bu baskı politikasının halkın önemli bir kesiminden destek görmesine uygun koşullar yaratmaktadır.
İkincisi ve daha önemlisi, Kürdistan’da sürdürülen savaş büyük oranda Rojava’daki gelişmeler tarafından koşullanmış durumdadır. Zaten Beşir Atalay da çözüm sürecinin Suriye’nin kuzeyindeki (Rojava’daki) gelişmeler nedeniyle zehirlendiğini söylemektedir. Daha açık bir ifadeyle süreci zehirleyen şey, AKP iktidarının Rojava’da Kürt kantonlarını yok etmek için IŞİD ile işbirliği başta olmak üzere yaptığı bütün girişimlerin sonuçsuz kalmasıdır.  Ancak bugün Suriye ve Rojava’da ABD ve Rusya blokları arasında egemenlik mücadelesinin kızışması, Türkiye egemenlerinin Kürtlerin kazandığı pozisyonu sınırlamak için yeni girişimlerin peşinde koşmasının önünü açtı. Özellikle Rusya’nın Suriye’ye etkin müdahalesi ve Ortadoğu’daki egemenlik mücadelesinde yer aldığını/alacağını açıktan ilan etmesi sonrasında NATO üyesi Türkiye’nin ABD için önemi arttı. İşte AKP-Erdoğan ABD ile ortak operasyonlar yaparak bu yeni durumu Kürtleri geriletmenin bir olanağı haline getirmenin hesaplarını yapıyorlar. Ve tabi PKK-PYD’nin aynı ‘düşman’ olarak görüldüğü koşullarda Kürtlerin gücünü kırma girişimlerinin bir ayağının da ülke içindeki savaş olması kaçınılmaz hale geliyor. Çünkü zaten Rojava’nın süreci zehirlemesi denen şey, oradaki özerkliğin AKP/ülke egemenlerinin ülke içinde Kürtlere kendi “çözüm”lerini dayatma koşullarını ortadan kaldırmasından başka bir şey değildi. Sonuç olarak bu durum Rojava’daki gelişmelerle iç içe geçmiş bir savaş gerçekliğini karşımıza çıkarıyor.
Durum ortada olduğuna göre biz de lafı fazla uzatmadan söyleyelim: Bugün Kürdistan’ın birçok il ve ilçesini parça parça ateş çemberine alıp yutmayı amaçlayan bu kirli savaş, sadece Kürtlere karşı sürdürülen bir savaş değildir. Ülkenin batısındaki işçi ve emekçilerin bu savaşı kabullenmeleri, hak mücadelesine giriştikleri her yerde ve alanda kendilerinin de kuşatılıp baskı altına alınmasına yol açacaktır. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi bu savaş aynı zamanda her geçen gün sorunları büyüten iktidar tarafından ülkeyi yönetmenin bir aracı haline getirilmiş durumdadır. Dolayısıyla barış mücadelesi, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi geleceklerine sahip çıkma mücadelesinin ertelenemez bir talebi ve alanı durumundandır. Bağlı olarak, bugün ülke içinde barışı savunmak aynı zamanda AKP iktidarı/devletin Rojava’yı düşman olarak gören/gösteren politikalarına karşı tutum alınmasını; Rojava ve Bölgenin baskı altındaki bütün halklarının kendi geleceğini kendisinin belirlemesi hakkını savunmayı da zorunlu hale getirmektedir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et