Özgecan yasası derde deva mı?
Fotoğraf: Envato
“Özgecan Yasası çıksın!” başlıklı kampanyaya imza verenlerin sayısı 1 milyonu geçti. Kampanya, “kadına karşı işlenmiş suçlarda ceza ve tahrik indiriminin kalkmasını, bu suçların en ağır ceza ile cezalandırılmasını” talep ediyor. Türkiye’de en çok imza alan kampanya olduğu için change.org Türkiye ekibi tarafından desteklendi ve farklı kadın örgütleri tarafından sahipleniliyor. İlginç mi dersiniz, manidar mı dersiniz bilmem ama, kampanyanın talepleri ve ismi “kadın erkek eşitliği yoktur, adalet vardır”cı Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM tarafından da, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından da sık sık zikrediliyor. Hafta sonu gerçekleşen AKP Kadın Kolları 4. Olağan Kongresi’nde Başbakan Davutoğlu da Özgecan Arslan davasında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına ilişkin “3 kız babası olarak ve bütün Türkiye’deki kızların manevi babası olarak yüreğim soğumadı” dedi. Yürekleri ne soğutacaktı? İdam mı? Hadım mı? Yoksa linç mi?...
Her yeni cinayet vakasından, her yeni cinsiyetçi yargı kararından sonra medyada, eylemlerde, dava takiplerinde, tartışmalarda “Özgecan Yasası şart” diye reçete edilmesi, kampanyanın taleplerinin “toplumsal kabul” gördüğü izlenimini doğuruyor. Ama biliyoruz ki bir konuda toplumsal kabul olması onu doğru yapmıyor. Hele ki söz konusu olan kadınlarla ilgili bir toplumsal kabul ise!
Bu ülkede kadınlar için adaletsizlik diz boyu. Özellikle kadına yönelik suçlarda cezasızlık neredeyse bir kaide. Üstelik toplumsal şiddetin de toplumsal adaletsizliğin de yaygın ve kanıksanmış olduğu koşullarda yaşıyoruz. Ve devlet; kurumları, politikaları, yasaları ile tüm bu olup bitenin göbeğinde duruyor. Yani, ona da güvenmiyoruz. Adaleti tesis etme ihtiyacını “mevcut cezaların arttırılması, hatta idam, kısasa kısas” gibi sağdan soldan alıcısı olan popüler fikirlerle dile getiriyoruz. Oysa kaçırdığımız bir şey var: Temel mesajı sadece “cezalar artsın, indirimler kalksın” olan bir kampanya suçu bireyselleştiriyor, kadına yönelik şiddetin toplumsal temellerini görünmezleştiriyor, devletin bu toplumsal temelleri değiştirmek için politika üretmesi gerekirken gücünü bu temelleri daha da sağlamlaştırmaya harcadığını unutturuyor. Böylece kadına yönelik şiddet dışsallaştırılıyor, “onu hadım edelim”, “bunu idam edelim”, “cezasını koğuşta verirler” gibi, yaygınlaşan şiddet kültüründen de beslenen cezalandırma talepleri yükseliyor. Kadına yönelik şiddeti de bu şiddetle mücadele etmeyi de “zalimlerin işi” haline getiriyor. Oysa biliyoruz ki kadına şiddet de, şiddetle mücadele de politik bir mesele. Kadına yönelik her türden şiddet kadınların eşitsizliği ve ezilmesine dayanan toplumsal yapının bir parçası.
Kadın cinayetlerine karşı mücadelede davalar bir araç olmaktan çıkıp amaç haline geldiğinde ceza, en önemli talep olur. Ve daha da vahimi; adalet bir intikam meselesine indirgenir, amaç her tekil olayda yürekleri soğutmak haline gelir. Ülkenin başbakanı, sanki kendi politikaları katilleri cesaretlendirmiyormuş, kadınları korunmasız bırakmıyormuş, kadına karşı işlenen suçlar var olan yasal düzenlemelere ve uluslararası sözleşmelere rağmen yargı kollayıcılığında suç olmaktan çıkarılmıyormuş gibi “yüreğim soğumadı” der. Linç kültürünü beslemek, idam/hadım gibi insanlık dışı cezaların uygulanması için kamuoyunu hazırlamak, toplumsal bir sorunu tek tek “suçlu bireylere” indirgeyip sorumluluktan sıyrılmak gibi tehlikeleri körükleyen bu iktidar yaklaşımı, yüreklerimizin soğumasını gerçek adaletin tesisine yeğ kılar.
Şiddete karşı mücadeleyi suç ve ceza ikilemine sıkıştırmadan tartışmayı başarabilmeliyiz. Çünkü suç-ceza ikilemi, kadın cinayetlerinin altında yatan ataerkil sistemi, şiddetin yapısal nedenlerini, devletin sorumluluğunu, bütüncül politikaların eksikliğini, kadınların güçlendirilmesini, yargının cinsiyetçi bakış açısını ve daha pek çok şeyi perdeliyor.
Açık ve net; kadın cinayetlerine karşı ilk talep “eşitlik”tir. Çünkü eşitlik yoksa, suç da ceza da hep ezileni eksiltir.
- “Aileyi koruma” lafının altından yine nefret ve düşmanlık çıktı! 08 Ekim 2022 00:45
- Başörtüsü istismarında at başı gidenler 06 Ekim 2022 04:28
- Bizi kim öldürüyor? 05 Ekim 2022 05:18
- ‘Sözleşmeden vazgeçmiyoruz’ demek ‘Tek adam yönetimini tanımıyoruz’ demek 21 Temmuz 2022 05:00
- Beşikten mezara rehineliğin adı: Çocuk yoksulluğu 15 Nisan 2022 00:55
- Emma’dan Emine’ye... 10 Mart 2022 23:56
- Kadın dostu postunda emekçi kadın düşmanlığının şahikası: Farplas 18 Şubat 2022 01:20
- ‘Küçüğün rızası’ diyen Bakan çocukların nafakasına göz dikti 11 Şubat 2022 00:00
- Cezaevlerine göz kulak olmak, dillerimizi koparamasınlar diye dil olmak... 28 Ocak 2022 05:00
- 6. Yargı Paketi tehlikesi: Nafaka hakkına saldırıda somut adımlar 07 Ocak 2022 04:54
- Geçen hafta yoksulluktan, çaresizlikten yedi çocuk öldü 24 Aralık 2021 05:00
- Asgari ücreti kadınlara lüks haline getirenler 10 Aralık 2021 04:52