Soykırıma ağıt
Son yılların en heyecan yaratan ilk filmleri arasında hâlâ yer alan Sonbahar, cezaevinden sağlık sebebiyle bırakılan kahramanını takip eder. Ölüm orucunda bedeni hırpalanmış Yusuf, son günlerini uçsuz bucaksız Karadeniz doğasını izleyerek geçirir, seyirci de devrimci ve yalnız kahramanının ölümünü, her dökülen yaprakta duyar. Yusuf’un yolu, Gürcistan’dan gelip “nataşalık” yapan Eka ile kesişince, devrimcileri F Tipi’ne mahkum eden saldırı ve katliamdan Sovyetler’in dağılmasına bir hat çizilir. Film, “Her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına” selam göndererek sona erer. Sonbahar’ı tanımlarken en çok yapılan benzetme “ağıt”tır o günden beri, ’90’larda kaybeden tarafta dövüşenlere saygı duyan ve onları pamuklara sararak mezara gönderen bir ağıt.
Sabırsızlık tartışmaya açık olsa da, yenilgi gerçekti ve Sonbahar seyirciye hakiki ve estetik bir hüznü yaşama fırsatı vermişti. Karadeniz’in dalgaları ve sisli manzaraları Yusuf’un yerine konuşmuş, her izleyen kendi ağıdına Yusuf’u eklemekte güçlük çekmemişti. Özcan Alper, ikinci filmi Gelecek Uzun Sürer’de, bir “şehit”in peşinde, bir gerilla mezarına doğru yolculuğa çıkarmıştı seyircisini. Rüzgarın Hatıraları ise, İkinci Dünya Savaşı yıllarında bir İstanbul Ermenisi’nin sınırdan kaçmaya çalışmasına dair. Yine döndüğü Karadeniz’in ormanlarında, bazen soluk kesen güçte bir görsellik içinde.
Rüzgarın Hatıraları, 1943 yılı başlarında, Nazi rüzgarının Ankara’da ve İstanbul’da estirilmeye çalışıldığı dönemde başlıyor. Aram, TKP üyesi bir şair, ressam, yayıncıdır ve “Ak sürüdeki kara koyun”dur. Varlık Vergisi sebebiyle borçlu çıkarılıp aranmaya başlar, matbaası saldırıya uğrar ve Aram TKP’li arkadaşlarının yardımıyla hızlıca Sovyet Gürcistanı sınırına kaçar. Filmin geri kalanı, burada bir ailenin yanında saklanma ve karşıya geçiş için haber bekleme günlerini anlatır. Bu arada siyah beyaz fotoğraflar Aram ile birlikte seyirciyi de 1915 günlerine götürür. Aram’ın siyah beyaz karalamaları, yeşili bol manzaralar bu orman içindeki yalnız adamın giderek içine dönüşünü resmederler. Ev sahibinin Rus eşi, önceki iki filmdeki gibi Aram’ı beyaz tenine bastırarak yalnızlığını hafifletmeye çalışır. Beklenen haber bir türlü gelmedikçe, umut git gide küçülür.
Sonbahar’da ağıda konu olan devrimin ülkesi, Rüzgarın Hatıraları’nda kurtuluşun adresine dönüşünce, halka tamamlanır. Özcan Alper’in üç filminin de kahramanları bir mücadele vermiş, ama düşmanın aman vermez saldırganlığıyla yalnız kalmış, son günlerini muhasebeye ayırmış gibidirler. Boşa geçmiş mücadelelerden söz eden karşı devrimci tipler değildir bunlar, ama yalnızdırlar, kendi yaslarını bile kendileri tutacak kadar yalnız. Belki bu yüzden, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte biten bir dönemin ardından kopan fırtınayı izleyen Sonbahar’ın yarattığı duygu, Gelecek Uzun Sürer’de bulunamamıştı. Çünkü Kürt meselesi mevzubahis olduğunda “Vaktimiz yok onların matemini tutmaya” bir halkı ifade eder oluyor, bugün de.
Senaryoda Alper’le birlikte imzası bulunan Ahmet Büke’nin ismi heyecan verici, edebiyat ile sinemanın ihtiyacı olan buluşmanın bir örneği olarak. Rüzgarın Hatıraları, yine fazla konuşmayan, Ermeni soykırımını ormanlara ve nehirlere anlattıran bir film. Böyle bir ağıt. Ve yüzüncü yıldan beridir -sadece Özcan Alper bu film için çalıştığı şu son birkaç yılda dahi- çok kayıplar veren bu toprakların seyircisinin yüreğinde hissedeceği bir ağıt.
Film en çok, bir tablodan diğerine çevirdiği kamerasıyla muazzam kuvvette görüntülerle sarıyor seyirciyi. Aram’ın bekleyişi sırasında, giderek kahramanın iç dünyasına döndükçe, orada kaybolacak ve bir daha çıkamayacak gibi hissetmek mümkün. Aram dışındaki karakterlerin ve ilişkilerinin filme katkısının sınırlı olması da Aram’ı yalnızlaştırıyor. Bugünün seyircisinin önemli kısmının ruh haline hitap ediyor olabilir ama ondan gerçekten sabır ve dirayet bekliyor. Yalnızlığın bu kadarını kimse hak etmiyor.
Evrensel'i Takip Et