12 Aralık 2015 01:00

Kahraman emekçi

Kahraman emekçi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Merkez Bankası Başkanı asgari ücretle enflasyon arasında ilişki kurarak, hükümetin seçim vaadinin uygun olmadığını ifade etmiş olmakla, bir manada, Asgari Ücret Komisyonu kararlarında sermayenin ve onun siyasi temsilcisi hükümetin elini kolaylaştırmış oldu. Merkez Bankası Başkanının bu ifadesi, teknik ve siyasi açılardan olmak üzere, iki şekilde değerlendirilebilir. Bugün bu iki açıklama şeklini kısaca tartışalım.
Önce teknik ve mekanik değerleme açısından meseleye bakalım. Burada denmek istenen şudur ki, asgari ücretin artırılması fiyatları iki yönden etkiler. Birincisi, asgari ücretin yükseltilmesi üretim maliyetini yükselterek, maliyet enflasyonuna neden olabilir. İkincisi ise, eline daha fazla satın alma gücü geçen emekçi harcamasını yükselterek, bu kez de talep enflasyonu cephesini tetikler. Evet, bunlar doğru çıkarsamalar, ama her iki açıklamada da çok temel varsayımlar kabul ediliyor. Şöyle ki, asgari ücretin girdi maliyeti artışı yaratacağı doğrudur, ama bu çözümleme, fiyat saptamasında mark-up sisteminin kullanıldığı, yani sermaye sahiplerinin fiyat belirlemede kârdan fedakarlık etmedikleri görüşüne dayanır. Demek ki, piyasa dediğimiz ortamda rekabet falan yokmuş ya da gereği biçimde yokmuş. Diğer yandan, asgari ücretin maliyetleri yükseltmesinin derhal fiyatlara yansıması verimlilik artışı olmadığı varsayımına dayandırılmaktadır. Zira, verimlilik artışının sağlanabildiği durumda maliyet artışı verimlilik artışı tarafından emilebilir.
Merkez Bankası Başkanının meseleyi bu şekilde ortaya koyması aynı zamanda siyasi bir yaklaşımdır. Zira, üretimde verimlilik artışı ya da üretim maliyeti içinde faiz sorunu vs. gibi diğer meselelere değinmeden, yani hükümetin alabileceği bazı önlemleri hiç dikkate almadan ve bu yolda hiçbir öneride bulunmadan salt ücret artışının maliyet ve / veya talep enflasyonuna yol açacağını ileri sürmesi başkanın görevi olmasa gerek. Merkez Bankasının görevi fiyat istikrarını elindeki araçlarla korumak olup, bu konuda ezilen ve sömürülen kesimlerde destek almaya çalışmak olmamalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki, 2000 yılı IMF programı ile sopa ve dayaklarla Merkez Bankasının bağımsızlığının sözde ilanı, kamu açığının finansmanı konusunda Bankayı hükümetten ayırmak imiş. Bunun nedeni de çok açık; finansörlerin, daha doğrusu finans parazitlerinin servetlerinin enflasyon karşısında erimesini önlemektir. Finans parazitler, Türkiye’ye getirdikleri para üzerinden, üretime hiçbir katkı yapmadan aldıkları yüksek faizin erimemesi amacıyla IMF’nin Merkez Bankasına komut vermesini sağlamıştır. Keşke aynı IMF üretimi gerçekleştiren kesimi de biraz düşünmüş olsa idi. Böyle bir şey olabilir mi; IMF’nin ve onun prensiplerini harfiyen uygulayan kapitalist iktidarların kimlerin, hangi kesimlerin sözcü ve savunucukları olduğunu nasıl unuturuz!
Diyelim ki, kısa sürede yükselen maliyetleri emebilecek verimlilik artışı yapamadığımızdan dolayı maliyet enflasyonuna engel olamıyoruz. Bu durumda, emekçi fonu oluşturup, ücret artışlarının emekçilerin söz konusu mal varlığı sandığında tutularak, hiç değilse talep enflasyonu baskılanıp, fonun işsizler ya da emekçi kesimlerin geleceğe yönelik sair ihtiyaçlarında kullanılmasını düşünemez miyiz! Günümüzün neoliberal politikalarında böyle bir projenin hayali bile olamaz. Zaten, bizzat neoliberal politikaların ortaya çıkması ve yayılmasında İsveç uygulaması da korkulan hayal olarak devreye sokulmadı mı! Kısacası, iş başa düşmektedir. Her kesim ne denli sorunlarında bilinçlenir ve siyasi olarak ayağa kalkarsa, ancak o zaman başkalarının kendi adına düşünme görüntüsünde omzuna basmasını engelleyebilir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa