14 Aralık 2015

Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in dediği gibi, “Yunan Mucizesi” diye anlatılanların gerçekte ana kaynaklarının Batı Anadolu olduğuna inandı Azra Erhat da… 
Bu ışığı aktarma yolunda çalıştı o da…
İşte buydu, ustalarından aldığı inançla Azra Erhat’ın yaptığı…
(Yeri gelmişken duyurayım: Şadan Gökovalı, Halikarnas Balıkçısı’nın bütün yapıtlarını yeniden  yayım için düzenledi. Bunlar Bilgi Yayınevi’nce yayımlandı…  Edinip okumalısınız…
Ayrı gayrı bilmeyen, eş paylaşımdan yana olan, insanı insanca seven, dilleri, dinleri aşan, yoğuran, halkından kopmamış bir insanı okuyacaksınız. Anadolu’muzu daha bir yakından duyumsatacak bu yapıtlar size, kuşkum yok…)

Ancak bir gerçeği de görelim… Dilimizi bal arıları gibi işleyenlerin çalıştıkları alan yazık ki öylece duruyor.

Evrensel Yayınları arasında yayımlanan “Akdenizli Ozanlar” yapıtımda da sözünü etmiştim…

Eğri oturup doğru konuşalım, hem Batıyı, hem Doğuyu hem de bizi bilerek, Anadolu’muzun tarih öncesini, eskil çağını, öncesini sonrasını harmanlayarak bu güne iz getiren, günü o ışık altında aydınlatan, Anadolu’ya bütüncül bakan, yorum getiren, onlar gibi kaç kişi kaldı günümüzde?

‘Kaç kişi’ dediğime bakmayın, kimseler kalmadı desem de yalan olmaz.

‘Solcu’ diye işlerinden atılan, nedenler uydurularak, hiçbir aslı astarı olmayan savlarla tutuklanan, tutuk evlerine kapatılan bu insanlar dur duraksız çalıştılar. En kötü koşullarda bile… Aydınlanma için, insan hakları için, hoşgörü için…

(Örnek mi istiyorsunuz? Bu gün “Cumhuriyet” güncesinin sorumlularına yapıldığı gibi…)

Onlara borcumuz var… 

Ayrımsız hepimizin…

Kültürümüze çok şey kattılar…

Kendi geçimlerinin alt çizgilerde olmasına hiç mi hiç aldırmadan, hiç dert etmeden, uyku dışında tüm yaşamlarınca çalıştılar Türkiye’mizin mutluluğu için.

Azra Erhat’ın aramızdan ayrılışının üzerinden tam 33 yıl geçti. Ölüme gidişi bile bir “düğün” idi diyebilirim. Hiç yakınmadan, kimseleri suçlamadan… Ne yaptığını, yaptığını doğru- iyi yaptığını bilen insanların erinciyle uçup gitti, bir serçe gibi… 
(Sayrılar evindeki odasına bir uçurtma yapıp asmıştık…)

Aramızdan ayrılırken gerçekten sonuna dek bilinçliydi. 
Çevresindeki her şeyi düzenleyip öyle gitti. 
Evindeki her şeyini sevdiklerine, yakınlarına, dostlarına, kime ne verdiğini bilerek dağıttı örneğin. Yapıtlarının eski Helence’den çevrilmiş olanlarını kızım Sıla’ ya bıraktı. Bir gün onun bunları gözden geçireceğini, yeniden basılabileceklerini umut ediyordu.

Saygı duyduğum bir davranışla, yeğeni onları Anadolu Üniversitesi’ne (Eskişehir) bağışladı. Sabahattin Eyüboğlu’ndan kalanlar da oraya bağışlanmıştı. Üçlünün (Balıkçı, Eyüboğlu, Erhat) yapıtlarının birbirinden ayrılmamasını düşünüyorlardı besbelli…
(Sürecek)

Evrensel'i Takip Et