20 Aralık 2015

Geçtiğimiz Cuma yani 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü’nde Ethical Journalism Network (EJN- Etik Gazetecilik Ağı) “Moving Stories: International Review of How Media Cover Migration” (Üzücü Hikayeler: Medyanın Göçmenleri Nasıl Haberleştirdiğine Dair Uluslararası Değerlendirme) başlıklı bir rapor yayınladı. 15 Ülkeyi kapsayan rapor genel olarak gazetecilerin göç hikayelerini haberleştirmede ne kadar eksik kaldığını ve haberlerin politikacıların propaganda tuzağına feda edildiğini ortaya koyuyor. Suriye’deki savaş ortamı alarm vermesine rağmen bu konunun uzun süre göz ardı edildiği, Amerika’da Donald Trump ve Avrupa’daki ırkçı/milliyetçi muadillerinin göçmen karşıtı ya da Müslüman karşıtı nefret söylemlerinin toplumdaki kaygıyı nasıl arttırdığı, kötü ve sansasyonel haberciliğin hemen tüm ülkelerde ne derece baskın olduğu raporun öne çıkan sonuçları arasında. Geçtiğimiz eylül başında Doğan Haber Ajansı Muhabiri Nilüfer Demir’in çektiği Aylan Kurdi’nin Bodrum sahilindeki cansız bedeninin fotoğrafı tüm dünyada hem politikacıların hem de medyanın ilgisini mültecilerin üzerine çekmeyi başardı. Ancak yapılan haberlerin çoğu hak temelli olmaktan uzak, olumsuz hikayelere ve trajedilere odaklı.

Raporun Türkiye bölümü Gazeteci Elif İnce tarafından kaleme alınmış, Media under the government’s thumband migrants in a legislative limbo (Medya Hükümetin Kontrolü Altında ve Göçmenler Yasal Belirsizliğin İçinde) başlığını taşıyor. Türkiye en fazla Suriyeli mülteci barındıran ülke ancak 2014’teki yasal düzenleme ile Suriyelilere yalnızca “geçici koruma statüsü” tanıyor. Bu statü Suriyelilerin geri gönderilmemesini garanti etse de geçici statünün ne kadar süreceği belirsiz, adı üstünde ‘geçici’. Türkiye hem BM Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi’ne hem de Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair 1967 Protokolü’ne çekince koyduğundan yalnızca Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak kabul ediyor ve yasal statü tanıyor. Dolayısıyla bu yasal belirsizlik Avrupa dışından gelen mültecilerin barınma, eğitim, sağlık ve çalışma hakları gibi temel insan hakları konusunda ciddi sorunlar yaşamasına neden oluyor.

Medyanın konuyu ele alış biçimi de bir o kadar sıkıntılı. Hrant Dink Vakfı tarafından yayımlanan Medyada Nefret Söylemi ve Ayrımcı Dil: Eylül-Aralık 2014 Raporu’nun ayrımcı söylem dosyasında Hakan Ataman, Suriyeli mültecilere ilişkin yerel ve ulusal basındaki haberleri incelemiş. Vardığı sonuç haberlerin hak temelli bakış açısından uzak, insanın değil devletin güvenliğine endeksli ve ötekileştirici biçimde yazıldığı olmuş. Bir genel çerçeve çizilecek olursa, haber dilinde her ne kadar Suriyeliler bizim “misafirimiz”, “kardeşimiz” olarak yansıtılsa da yaşanan en ufak olay “gerginlik” başlığı altında haberleştiriliyor. Bu gerginliklerin pek çoğu aslında, A. Nevin Yıldız Tahincioğlu’nun araştırmasında da somut biçimde ortaya konduğu gibi, iddia üzerine ortaya çıkan linç girişimleri. Haberlerde çoğunlukla yetkililerin “sağduyu” çağrısı yaptığından bahsediliyor. Yani ‘Hoşgörün çünkü onlar misafir’. Olaylarda lince maruz kalan, kaldıkları yerler yakılan, talan edilen mültecilerin görüşleri, yaşam koşulları haberlerde yer almıyor. Lince katılan topluluğa yaptırım uygulandığına dair bir bilgi de bulunmuyor. Suriyeli mülteciler cinayet, fuhuş ve dilencilik gibi hep olumsuz olaylarla anılıyor, bazı durumlarda terörist oldukları iddia edilip hedef gösteriliyor.

AYLAN KURDİ’NİN ÖLÜMÜ NEYİ DEĞİŞTİRDİ?

Aylan Kurdi’nin ölümü yurt dışında olduğu kadar Türkiye’de de konuya bakışın biraz değişmesine neden oldu. Fotoğrafın yayımlanmasının ardından “Zavallı Aylan’ın içler acısı ölümü” pek çok yerde duygusal yanı ağır basar biçimde haberleştirildi. Ardından iç burkan göç haberlerinin, Ege Denizi’nde boğulan çocukların yani daha çok okunan, daha ilgi çeken haberlerin peşine düştü medya. Yine sansasyonalizm ağır bastı, hak temelli bakış unutuldu. İnce, raporda mülteci haberleri yapan gazetecilerle de görüşmüş. Ortak sorunlar, mültecilere dair devlet kurumlarından doğru ve yeterli bilgi alınamadığı, kamplara girişlerin engellendiği, okurların daha çok sansasyonel haberlere ilgi göstermesi nedeniyle editörlerin başlıklara ve içeriğe bu yönde müdahale ettiği şeklinde. Muhabirlerin ve editörlerin pek çoğu mültecilerin yasal statüleri ve hakları konusunda yeterli bilgiye sahip değil. Bu nedenle de hiç düşünmeden incitici olduğu çok açık “kaçak göçmen”, “yasa dışı göçmen”, “kaçaklar” gibi ifadeleri kullanıyorlar. Suriyelileri ülkeyi tehdit eden, gerginlik yaratan insanlar olarak ötekileştirip, belirli yerlere girişlerini yasaklayan, görüldükleri yerde aşılanmaları gerektiğini söyleyen ‘uzmanlara’ sorgusuz sualsiz sayfalarını açıyorlar. Geçtiğimiz günlerde kabul edilen Geri Kabul Anlaşması’nın yaratacağı yeni dramları hesaba katmadan ‘Yaşasın Avrupa’ya vizeler kalkıyor!’ haberleri yapabiliyorlar.

Oysa olması gereken mültecilerin de en temel insan haklarından yararlanması gerektiğinden yola çıkarak yaşadıkları sorunları dile getiren, nefret söylemi ve ötekileştirici dilden uzak, olaya değil sürece odaklanan bir habercilik. Yalnızca trajedilere odaklanmak doğru değil, mülteci hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşları ile ilişkide olmak, onların sunduğu çözüm önerilerini haberin bir parçası yapmak çok önemli. Ve seslerini duyurmak… Mültecilerin pek çoğu korunmasız durumda olduklarından gazetecilere güvenmiyor ya da görüş verirken tedirgin oluyor. Gazetecilerin bu hassasiyeti dikkate almaları, görüştükleri kişilerin hayatlarını haber uğruna tehlikeye atmamaları gerek. Çok zorda kalmadığı sürece kimse yaşadığı yeri terk edip hayatını bu derece tehlikeye atmaz, bunu göz önünde bulundurup dayanışmayı güçlendirmek medyanın sorumlulukları arasında. Bir gün bizler de çeşitli nedenlerle yaşadığımız yerleri terk etmek zorunda kalabiliriz, kim bilir…

Evrensel'i Takip Et