24 Aralık 2015 00:57

Kürtlere karşı savaş nereye gider?

Kürtlere karşı savaş nereye gider?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

21 Aralık-22 Aralık gecesi CNN-Türk televizyon kanalında, Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ, o, sözüm ona bilmiş adam şişkinliğiyle, “Medya dikkatli olmalı, devletimizi zora düşeren, teroristlerin propagandasını kolaylaştıran görüntü ve haberlerden kaçınmalı” mealinde sözler ediyordu. 22 Aralık tarihli Radikal gazetesinde haber başlıklarından biri, uzun süreli ve devletler arası savaşta hava bombardımanları ve tank atışlarıyla harabeye çevrilmiş kent görüntülerini aratmayan bir resim eşliğinde; “Sur göçtü, ilçe harap” şeklinde idi. 

Radikal’in, Başbuğ’a inat ve yanıt olsun diye bu haber ve görüntüyü yayımladığı düşünülmesin! Cümbür cemaat tüm sermaye medyası, başta “Amiral Gemisi” böbürlenmesiyle Hürriyet olmak üzere, Erdoğan-AKP devlet ve hükümetinin safında, Kürtlere karşı sürdürülen savaşın aktif ‘silahsörleri’ arasındadır. Cizre, Şırnak, Silopi, Nusaybin, Sur başta olmak üzere Kürt yerleşim birimleri tank ve zırhlılar desteğindeki askeri birliklerle Tayyip milisleri ve özel cinayet çeteleri  tarafından yıkıntıya dönüştürülür; Kürtler çocuk-yaşlı, kadın-erkek onlarcası bir arada ve her seferinde katledilirken, “PKK terörü” üzerine ajitatif çığırtkanlık yapmak; “102 terörist öldürüldü, bir şehit verdik!” türü haberlerle 1930’lar ırkçı-faşist  propagandasına sarılmak, başka bir anlam taşımaz. 

Ne diyordu Başbuğ? “Devlet oraları PKK’ya mı bırakacak? Baksanıza “özerklik ilan ettik” diyorlar. Devlet egemenliğini tesis etmek zorunda.  Bu arada bazı üzücü şeyler de olabilir. Halka karşı değil, teröriste karşı savaşılıyor.“ Aşağı-yukarı böyle! 

Ne diyordu, peki şu sahte gülücüklü, kan akıttıkça şakırdayan “derin”likli adam! “Sokak sokak, ev ev temizleyeceğiz. Mücadelemiz sonuna dek sürecek!”

Nasıl feryad ediyorlar peki Kürt çocuklarıyla Kürt kadınları, yaşlıları ve hemen her yaştan “onlar”dan olanlar? “Elektrik yok, su yok, ekmek alamıyoruz, yiyecek kalmadı, soğuk ve üşüyoruz.” Sadece bu kadar mı; hayır! Siyaseten sağır ve kör davrananların gözlerini ve kulaklarını açmaları için oldukça yüksek bir frekanstan, “Biz barış istiyoruz, haklarımıza sahip olarak kendimizi yönetmek istiyoruz. Ayrılmak istemiyoruz.  Ama bize başka bir yol bırakmayacak politikalarda ısrar ediliyor. Erdoğan-Davutoğlu iktidarı devletin inkar ve imha politikasını sürdürmede kararlı oldukça, birlikte yaşamanın olanakları tükeniyor. Devlet bölünmeyi dayatıyor.”

Olana, görmek ve anlamak üzere bakmak, insanı gerçeğe götürür! “Milli birlik ve beraberlik” söyleminin sahteliği, yanlışlığı, sosyal gerçeklikle bağdaşmazlığı ve ideolojik kofluğunu da; bu söylemin sadece sınıf farklılıklarını örtmek ve sınıfsal çıkar çatışmasının kaçınılmazlığını bulandırmak için değil, ama Kürtleri “Türklüğe iltihak ve asimile etme” amacıyla on yıllardır ısrarla kullanılmasındaki riyakarlığı da bir yana bırakalım. Sur’un, Cizre’nin, Slopi ve Nusaybin’in sıkıyönetim koşullarında, sessiz-nefessiz kılınmak istenmesindeki devletçi Erdoğan politikasının somut gerçekliğine; tank ve top atışlarına, ölüm kusan komando birliklerine, özel katliam çetelerine, “Ya Türk devletine teslim ol ya da öl!” buyruğuna; öldürülmüş Kürt gençleri, kadın ve erkekleri üzerinden yayımlanan Genelkurmay savaş bildirilerine bakalım, Kürt’e bakış gerçeği orada, onlardadır! Görüntü ve gerçek birleşmiştir: Fetih ordularının, işgal ordularının girdikleri kent ve kasabaları yakıp-yıkmalarını aratmayan gerçeklikle yüzyüzeyiz! Bundandır ki, Kürt aydınlarından bazıları değil sadece, savaş ortamında büyümüş Kürt gençleri de “işgalci”den, “sömürgeci”den söz etmekte; topraklarının, kentlerinin, evlerinin yıkıma uğratılmasına son verilmesini istemektedirler.
Bir “başka” gerçek daha var; önemlidir ve bugün ve gelecek açısından tayin edici önemdedir. Dünya, bölge ve ülke gerçekliği artık 1920’ler,1930’lardaki sosyal-iktisadi, askeri, politik, kültürel koşullarından çok farklıdır. Aşiret örgütlenmelerine dayanan “isyan”lar döneminde bulunmuyoruz. İletişim ve teknoloji sadece egemenlerin silahını oluşturmuyor artık. Sömürülen ve ezilenler de ondan yararlanıyor ve daha iyi kullanmaya çalışıyorlar. Ulusal hareketler, ulusun en geniş kesimlerini kucaklayabilecek olanaklara daha fazla sahipler. Çelişkiler daha fazla girift ve çok çeşitli, vb., vs. 

Bu demektir ki, devlet, artık eskisi gibi kolayca ezip-susturma olanaklarına sahip değildir. Bu zulüm cenderesinden çıkmanın olanakları ve güçleri daha fazla birikmiştir. Yeter ki, ülkenin ve bölgenin ezilen ve sömürülenleri, sıra kendilerinin ezilmesine gelmeden önce de, “başkaları”na yapılanların içerdiği büyük tehdidi görüp, barış, eşitlik, özgürlük ve ekmek-evet ekmek ve su ve hava için de- mücadeleye girişsinler. Kürtlerin katline, “ne yapalım teröristler de rahat durmuyorlar!” algısıyla Erdoğan diktatörlüğünün döktüğü kana seyirci kalmasınlar! Her yerde, her semtte, her işyeri, fabrika, okulda bunun için yapılabileceklerin olduğunu unutmasınlar. Gün böylesi bir gündür!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa