Geçen yıl tam bugünlerde bir muhasebe yapmak gerektiğini yazmıştım. Kâr-zarar hesaplarından değil, gerçeklerle yüzleşmek için yapılan muhasebeden söz ediyordum.
Sağ tarafa şunları yazmıştım. Vatanseverlik. Birlik bütünlük. Huzur ve güvenlik. Ezelden beri soylu bir ırk. Tanrının gözde kulları. Dindar. Çok sağlam Müslüman. Asker millet. Kanıyla bayrağa renk vermek. Tanrının askerleri... Bir de hür olmak. Hür teşebbüs. Serbest piyasa. Ezelden beri hür, hoşgörülü ve ilelebet hür kalacak bir millet...
Geçen yıldan kalanlara birkaç ek yapalım. Ortaya doğru yazalım, çünkü gerçekler ortada olmalı. 7 Haziran. Suruç, 20 Temmuz. Abluka. Sokağa çıkma yasakları. Yerde sürüklenen bir ceset. 10 Ekim, Kara Cumartesi. Sonra, 1 Kasım. “Türksen övün, değilsen itaat et.” Özel top, özel tüfek, özel tim. “Eğitim sırası bizde - JÖH.”
Sol tarafa ise acı gerçekleri yazalım. Öldürülen çocukları, örneğin. Yazması acı, okuması acı. Yaşaması ise anlatılmaz denli acı... Maraş Katliamı’nı da yazalım. 1978’den kalma, o günden bugüne ışık tutan, Aziz Tunç’un aktardığı gerçekleri...
Sabah namazında caminin imamı vaazını vermiş, herkesi dini görevlerini yapmaya, “Alevi öldürerek cennete gitmeye” davet etmişti. Camiden çıkanlar Marangoz atölyesinin önünde toplanıyorlardı. Silahı olmayanlar burada yapılan sopalarla harekete geçeceklerdi. Kadınlar, çamaşır iplerine astıkları eski çamaşırlarını, benzine bulayarak bir sopaya takip veriyorlardı, evleri yakacak olanların ellerine. Gruplar oluşturuldu. Silahlandırıldı. Saldırıların yapılacağı evlere doğru yürüyüşler başladı.
Süleyman hocanın evine yapılacak olan saldırı ilk saldırılardan birisiydi. Süleyman ve ailesi, tedirgin, endişeli ve huzursuz bir bekleyiş içindeydiler. Süleyman hocanın büyük kızı ekmek almak için bakkala gitmişti. Bakkal ona, “Ekmeği ne yapacaksın ki iki saate kadar öldürüleceksiniz” demiş, sırıtarak ve saygısız bir ses tonuyla. Artık her şey belliydi.
Süleyman hocanın evine saldırılar başladığında ilk etapta saklanmak için büyük çaba harcayan aile, saklanmakla bir yere varılamayacağını anlamışlardı. Süleyman hoca katliamdan ailesini kurtarmak ümidi ile pencereye çıkıp “teslim oluyorum aileme zarar vermeyin” diye bağırmıştı ancak katliamcılar için bunun hiçbir önemi yoktu. Süleyman hoca açılan ateşle ağır yaralanmıştı. Daha sonra eşi Gülnaz dışarıda bulunanlara hitaben kocasının yaralı olduğunu, teslim olduklarını, hastaneye gitmek istediklerini söyledi ama bu da hiçbir işe yaramadı.
Bu arada zorlanan kapı kırılmış içeri dolmuşlardı. Kızların etrafını sardılar önce. Hocanın ve eşinin üstüne yığıldılar. Hoca yaralı yatıyordu yerde. Başında eşi ağlıyor, doktora götürmelerine izin vermeleri için yalvarıyordu. Süleyman hocayı ateş ederek ve sopalarla vurarak öldürdüler. Hocanın küçük kızı Hürriyet, babasının kanlar içindeki cesedinin üstüne atıldı, ağlayarak, çığlıklar atarak atılmıştı. Gülüyorlardı, Hürriyet’in ağlamalarına, çığlıklarına, çırpınışlarına. Kirli dişleriyle ve kanlı gözlerini kısarak.
Eşi Gülizar ve kızları, yaralı Süleyman’ı dışarı çıkartmaya çalıştılar. Çıkartırlarken hocanın bedenine sıktılar kurşunları. Katliamcının birisi Hocayı yanması için “ateşe atalım” dedi yanındakilere. Buna engel olmak isteyen Süleyman hocanın eşi Gülizar’ın üstüne gaz döktü bir başkası, elindeki gaz bidonundan. Bir diğeri kibriti ateşleyerek attı Gülizar’ın üstüne. Tutuştu yanıyordu Gülizar. Kızları hep birlikte söndürdüler. Gözünde yaralanmıştı, kör oldu.
Sağ tarafta hep uzun bir liste var. Liste ne kadar uzun olursa olsun, sonuç hep aynı. Vatanseverlik, huzur, birlik ve bütünlük ve sonuç katliam. Dindar, iman aşkı ile yanan kitleler. Sonuç katliam. Güçlü lider, bölge lideri, dünya lideri. Hani Nazi Almanyası gibi. Sonuç katliam.
Sol taraftan bakınca durum apaçık ortada. Kitlelere sunulan hep acı çekme hürriyeti.
Hürriyet bir çocuktu. Yanında babası öldürülen, babasının ölüsüne ağladığı için kendisine gülünen bir çocuk. Hayata yaralı başlayan bir çocuk. Hürriyet için ölüm dendiğinde hep o an geldi aklına. Başka hiçbir ölüm Hürriyet için ölüm duygusu yaratmadı. O an ve katliamcıların karanlık siluetleri hiç çıkmadı Hürriyet’in beyninden.
1978’den bugüne Türkiye çocukluklarını yaşayamayan çocuklarla dolu. Soldan bakınca ülke istismara uğrayan, dindar kindar yapılmak istenen çocuklarla dolu. Dahası çocuklar hedef alınarak, sokaklarda öldürülüyor. Yıl 2015. Türkiye’de çocuk olmak çok zor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et