01 Ocak 2016 00:53

Avrupa özerklik örnekleri: Bölücü değil, birleştirici

Avrupa özerklik örnekleri: Bölücü değil, birleştirici

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün yeni yılın ilk günü. Normal koşullarda, yılın ilk gününde geleceğe dair umutlar diğer günlere göre çok daha fazla olur. Ne var ki, dün geride bıraktığımız “geçen yıl”da olanlar normal olmadığı için bu yıl için aynı umutları taşımak pek olanaklı değil. Çünkü, Türkiye’nin de içinde olduğu bölgede şiddet ve savaş sarmalı almış başını gidiyor. Sonunun nereye varacağını yılın bu ilk gününde kestirmek zor. 

Bugünün üzerinden 365 gün, yani dünya güneşin etrafında bir tur atıp bugünkü noktaya gelene kadar çok şey değişecek. Bu nedenle her ne kadar yerküre güneşin etrafında sabit hızla dönse de içindeki olaylar aynı hızla ilerlemiyor.

Özellikle de Türkiye’de...

Kürtlerin kendini yönetme gibi en doğal hakkı talep etmesi üzerinden süren tartışmaların yıl içinde nereye varacağı çok bilinmez bir denkleme benziyor. Zira, Saray’dan esen havaya bakılırsa bu yıl çok şeye gebe...

Bunların başında Kürtlerin en son DTK toplantısında bir kez daha dillendirmek zorunda kaldığı öz yönetim ya da özerklik geliyor. Mevcut otoriter - tek merkezci devlet sisteminin yerine çok merkezli, yerelden yönetimi esas alan bir idare şeklini önerenlere karşı, mevcut otoriter sisteminin devam etmesini isteyenler hep birlikte siyasi linç girişimi başlatarak, öneriyi yapan liderleri “bölücü” diye yaftalayıp işin içinden çıkmaya çalışıyorlar.

Ve kendi sınıfsal çıkarları için mevcut tek merkezli otoriter sistemde ısrar eden zümrenin yaftalamalarına kanan kitleler, kardeş Kürt halkına reva görülen her türlü baskı, şiddet ve katliamı normal karşılayabiliyorlar. Halbuki, dünyadaki pek çok örnek Kürtlerin bugün dile getirdiği özerklik ya da öz yönetimi modelinin bölücü değil, birleştirici olduğunu gösteriyor. Çok uluslu ülkelerde tek ulus esasına göre devlet yönetmek ne demokratik ne de günümüzün gerçeklerine uyuyor.

Fazla uzaklara gitmeye gerek kalmadan, üç örnek üzerinden özerkliğin, federasyonun bölücü değil birleştirici olduğuna bakalım.

Birinci örnek Avrupa’nın en büyük ve güçlü ülkesi Almanya. 82 milyonluk Almanya, 16 eyalete bölünmüş. Her eyaletin bayrağı,Anayasası, meclisi, başbakanı, istihbarat örgütü, polis teşkilatı... var. Başta eğitim olmak üzere pek çok konuya doğrudan eyaletler karar veriyor. Federal bütçeyi, dış politikayı, iç ve dış güvenliği ilgilendiren konulara ise Berlin’deki Federal Hükümet karar veriyor. Eyalet sistemi Almanya’yı bölmediği gibi güçlendirmiş. Eğer bu sistem yerine Türkiye’deki gibi merkezi bir idare şekli olmuş olsaydı, başta Bavyera olmak üzere bazı eyaletler çoktan “bağımsızlığı” gündeme getirmiş, belki de ayrılmıştı... Federasyon bağımsızlıkla bağımlılığı bir arada öngörüyor. 
İkinci örnek Belçika. Avrupa’nın merkezi ülkesi Belçika’nın resmi devlet biçimi “Parlamenter Monarşi”. Ülkenin üç resmi dili var: Flamanca, Fransızca ve Almanca. Yurttaşların çoğu iki dili (Flamanca ve Fransızca) biliyor. Trafik tabelaları iki dilli.  Ülke Flamanlar (Kuzey), Valonlar (Güney) ve Brüksel diye üç ayrı merkezden yönetiliyor. Her merkezin parlamentoları, bayrakları, partileri... var. Bunlara ek olarak bir de kültürel olarak Flamanlar, Valonlar ve Almanlar diye üçe ayrılmış. 76 bin 328 kişilik Alman topluluğu Almanya sınırında, 9 ayrı belediye ile özerk. Her türlü hakka sahip. Bu kadar az nüfusun dahi kendisini idare edebileceği bir sistem oluşturulmuş. Görüldüğü gibi farklı dillerin, ulusların yaşadığı Belçika, eğer böylesine özerk yönetime sahip olmasaydı çoktan darmadağın olmuştu. Dahası bu sistem olduğu halde zengin Flaman bölgesi, yoksul Valon bölgesine verilerin verilmesine itiraz ederek, zaman zaman ayrılık sesleri çıkarıyor.

Üçüncü örnek, Belçika’ya benzeyen ama yapısı daha karmaşık olan İsviçre. Avrupa’nın ortasında, AB’ye üye olmayan İsviçre 20 kanton, 6 yarım kantona ayrılmış. Ülkede dört resmi dil var: Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşça. Diller bu kadar fazla ve farklı olunca İsviçreliler çoğu zaman anlaşmak üzere araya tercüman koyuyorlar. Yani, aynı ülkenin pasaportunu taşıdıkları halde birbirlerinin dilini bilmeyen gruplar, “ulusal mücadele” yürütmeden bir uzlaşma içinde yıllardan beri birarada yaşıyorlar. Her kantonun, yarı kantonun bayrağı, meclisi, yerelden yönetme hakkı var. Ülkenin geleceğini ilgilendiren önemli kararlar referandum yoluyla alınıyor. Bu nedenle İsviçre aynı zamanda doğrudan demokrasinin en işlek olduğu ülkelerin başında geliyor.

Eğer bu federal sistemin yarattığı kantonlar olmasaydı, emin olunuz ki İsviçre çoktan dağılmıştı. Dağılan parçalar ya küçük devletçikler olarak varlıklarını sürdürürlerdi ya da aynı dilleri konuştukları Almanya, Fransa ve İtalya’ya “iltica” ederlerdi. Avrupa’daki örnekler; federasyonun, özerkliğin, yerelden yönetimin çok uluslu ve çok kültürlü ülkeler için bölücü değil birleştirici olduğunu yeterince ortaya koyuyor.

Bu örnekleri elbette Türkiye’nin yönetenleri de biliyor. Ama egemen sınıfının bütün derdi ve çabası gücü, yönetimi ve idareyi Kürtlerle paylaşmamak... 

Kürt ulusal sorunu için çözüm ve çare bilinmez değildir. Almanya, Belçika, İsviçre’nin... idare biçimlerini “mükemmel” görenler, söz konusu Türkiye olunca hemen “bölücülük” nakaratına sarılıp klasik yaftalamalarda bulunuyorlar. Görünen o ki, günümüz Türkiye’sinde asıl bölücülüğü mevcut idare anlayışında ısrar edenler yapıyor. Çünkü bu kafayla devam ettikleri için ülkeyi gerçekten bölünmenin eşiğine getirmiş bulunuyorlar. Yol yakınken, halkların barış içinde bir arada yaşayabileceği bir ülke için hızlı adımlar atılmalı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa