06 Ocak 2016 00:57

Mezhep savaşı mı?

Mezhep savaşı mı?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Uzun bir süredir Suudi Arabistan’daki sözde şeriatçı Vahabi rejimine karşı vaazlarıyla mücadele veren Şii din adamı Nemr  Bakır Nemr ’in idam edilmesi üzerine, Suudi-İran gerilimi gözle görünür biçimde ortalığa döküldü. Nemr  ile birlikte idam edilen 47 kişiden dördü Şii idi. Buna rağmen, bütün dünya basını, olayın bir Şii-Sünni savaşının başlangıcı olabilecek kadar sert bir gerilim olduğunda birleşti.  

İran, Suudi çatışmasının başlangıcı kuşkusuz bu olay değil. Suriye ve Yemen’de de karşı karşıya bulunan bu iki bölge gücü, bir başka savaşın parçası olarak yıllardır örtülü ya da açık çatışıyorlar. 

Şu halde Nemr’in idamı, bir başlangıç değil, sürüp giden savaşların bir parçası ve belki de yeni bir aşamasının işaret fişeğidir. Fakat asla bir Sünni-Şii harbinin başlangıcı falan değildir. 

Bölgedeki çelişmeleri ulusal, dinsel, mezhepsel çelişmeler olarak görmek sürüp giden savaşın sebebini bu kadim inançlara ya da dinlere bağlamak, olabilecek en korkunç şeyin bu olduğu duygusunu yaratmak emperyalistler arasındaki kavgayı örtmeye yarıyor. 

Böylece emperyalistlerin her müdahalesini ya da müdahale planlarını, bölgenin “geri, ilkel”toplumsal ve siyasal yapısını değiştirebilecek, barış, demokrasi refah falan getirecek bir girişim olarak görmeye alıştırılıyoruz. 

Bununla da kalmıyor, çatışan güçler arasında bu sahte bölünmeye göre taraf tutmaya eğilim kazanıyoruz. Özellikle Türkiye, Suriye gibi ülkelerin sosyal ve tarihsel yapısı, böyle bir sahte bölünmenin emperyalistlerden bir tarafın yanında yer almayı kolaylaştıracak özellikleri, şu arda yürütülen propagandaya ve emperyalist saflaşmanın yapısına pek uygun düşüyor. 

Düzenin medyası, derin analizler yaparak, Suudi Arabistan’daki vahşi idam furyasının Şii-Sünni savaşına yol açıp açmayacağını tartışır gibi görünürken, aslında yalnızca bu berbat propagandayı derinleştirmeye çalışıyor.

İran neden yıllardır ambargo altında tutuldu, Suriye neden paramparça edildi, Irak ve halkı nerede? Bölge neden böylesine kan deryasına çevrildi, IŞİD nereden çıktı? 

Sanki bunların tümünün nedeni, mezhepler arasındaki kavgaymış ve daha da büyüyecek olan savaşın sebebi bu tarihin derinliklerine çoktan gömülmüş ayrılıklar ve çelişkilermiş gibi konuşmanın tek amacı bu soruların gerçek cevabını örtmek içindir. 

Kimileri, “İdamlardan sonra bölgede Şii-Sünni ayrımı ve çekişmesi derinleşecek” gibi sözlerle başlayıp, “artık etnik bölünmenin yanı sıra mezhebi bölünmelerin de keskinleşeceği bir dönem yaşanacak” kehanetine varıyorlar. Bu bir öngörü değil, temennidir. Böyle olacağına dair hiçbir ciddi nesnel veri olmamasına rağmen, aslında istedikleri ve diledikleri budur. Böylece askeri varlıklarını arttırmanın, daha haklı, daha meşru, daha kabul edilebilir gerekçelerini elde edecekler. 

Evet, bölgenin en gerici, en saldırgan en sahtekar gücü Suudi Arabistan’dır ve son zamanlardaki büyük silah alımlarıyla da en tehlikeli savaş gücü olmaya doğru ilerlemektedir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın görünürde Kâbe’ye girip “şükür namazı” kılmasının gerçek içeriğini de burada bulabiliriz. Asya’nın bu alt ucunda ve Afrika’ya da sıçratılacak olan korkunç savaşın içinde kimler kimlerle birlikte hareket edecek, asıl soru budur ve bunun cevabı da açıkça kendini göstermeye başlamıştır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa