Gazetelerin ekonomi sayfaları, televizyondaki ekonomi kanalları, herkesi ilgilendiren bir konunun nasıl kimsenin anlamayacağı şekilde konuşulabileceği üstüne uzmanlaşmıştır. Mali ilişkileri karmaşıklaştıranların, bunun dilini daha da karmaşık hale getirmekten bir muradı var elbette: Maksat emekçiler anlamasın, anlamadan kaybetsin. Son yıllarda örneklerini gördüğümüz krize dair filmler, terim bombardımanıyla bir miktar kafa karıştırıp, seyircinin anlayacağı dilden ahlaki mesajlarla nihayete eriyor. Sonu ise biraz sınıfsal katarsise varıyor: kötü patronlar, alçak bankacılar, vicdansız borsacılar falan.
Büyük Açık, 2008’deki krizi ve ABD’de patlayan mortgage balonunu konu alan bir film. Adeta, matrak bir ekonomi hocasının dersi misali konuyu eğlenceli hale getirmeye çalışıyor. Sempatik kahramanları, mizahi anlatıcısı var. Yabancılaştırma numaralarıyla da zaman zaman bir Michael Moore belgeselini andırıyor. Mali piyasaya dair filmlerin başka türlü yapılabileceğini de gösteriyor böylece. Film en çok bu sebeple dikkat çekici hale geldi, krizi önceden haber vermiş gibi bir heyecan bile yarattı.
Yaşanmış olaylara dayandığı belirtilen Büyük Açık, dört farklı kahramanın 2005’ten itibaren mortgage krizini öngörmesinin hikayesini anlatır. Bir tanesi ayakkabı giymeyi sevmeyen bir yatırım uzmanı, biri heyecanlı bir fon yöneticisi, bir kurnaz bankacı, ikisi piyasada hiç çalışmamış zeki genç arkadaşlar, birbirlerinden ayrı olarak aynı açığı fark ederler; Ödenemeyecek ve temerrüde düşecek çok sayıda konut kredisi vardır, yani ekonominin göz bebeği mortgage balonu patlayacaktır. Metal müzik dinleyicisi çıplak ayaklı Burry, buna karşı bir nevi bahis oynar. Aslında, özellikle fon yöneticisi Baum, elinden geldiğince piyasanın yöneticilerini uyarmaya da çalışır ve tahmin edileceği gibi, nafile çıkar. 2008’de piyasa çöktüğünde, konut piyasasına güvenen bankacıların dalga geçtiği bu kişiler kazanır ama bilindiği gibi, milyonlarca kişi evini, işini, birikimlerini kaybeder. Kazandıklarını paraya çevirme söz konusu olduğunda, Mark Baum şöyle sorar: “Bundan para kazandığımızda, bizim onlardan ne farkımız kalır?”
Film arada kahramanlarının büyük bir felaketi öngördüklerini hatırlatır, dolayısıyla onların kazanmasını içten içe isteyen seyirciye bir etik yük de yükler. Ukala banka patronları, merkez bankası yöneticileri, bürokratlar, çok bilmişler, yaşanacak felaket hakkındaki uyarıları nasıl da dikkate almazlar diye kızmamız beklenir. Sonunda, aslında ekonomiyi yönetenler için bunun sürpriz olmadığı, ama kurtulacaklarına, kamu kaynaklarıyla borçlarının üstlenileceğine güvendikleri anlaşılır. Yine de giderek, geleceği belli krizi önlemek için bir şey yapmamak, kötülüklerin en büyüğü gibi kalır. Oysa, krizin sistemin doğası bakımından kaçınılmaz olduğunu söylemeye bu kadar yaklaşmışken, yöneticilerin ahlakına bu kadar vurgu yapmak, onların diliyle söylersek, kaçan bir fırsat biraz. Oysa Büyük Açık’ın sonunda tezgahın devam ettiği belirtiliyor ve filmde aslında, krizin yükünü emekçilerin üstlenmemesinin, finans piyasası yöneticilerinin ikna edilmesiyle olmayacağı ortada.
İki yıl öncenin Oscarlı 12 Yıllık Esaret’inin yapımcısı Brad Pitt ve ekibi bu filmin de yapımcısı. Pitt o filmde de özgür bir siyahken köle yapılan kahramana yardım eden hayırsever beyaz adamdı, burada da hevesli gençlere yardım eden eski bankacı. Duyarlılığı ne kadar hoş olsa da, yapımcısı olduğu filmlerde hayırsever olarak görünmeye çalışmanın çiğ bir tarafı yok mu?
“Bizim onlardan ne farkımız var?” sorusu bile, sistemin her koşulda kredi çekenlerin aleyhine işlediğini gösteriyor, ama asıl işlevi filmi kurnazlığa övgü olmaktan çıkarmak. Yine de Büyük Açık, işleyiş hakkında epey açıklayıcı, seyircinin öfkesini yönlendirmede başarılı bir film. Taraf tutan üslubu da tartışmayı kolaylaştırıyor, böylece kapitalizm ve kriz üstüne düşünüp hakkında konuşmak için uygun.

Evrensel'i Takip Et