10 Ocak 2016

'Patronlar paralarını biz hayatımızı koyduk'

Başlıktaki slogan 10 Ocak 1961’de gazetecilerin özlük hakları için düzenledikleri yürüyüşte pankartların birinin üzerinde yazıyordu. 27 Mayıs darbesinin ardından Milli Birlik Komitesi 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun’da gazeteciler lehine değişiklikler yapmıştı. Komite ayrıca resmi ilanların DP döneminde olduğu gibi “besleme basın”a akmasını önlemek için Basın İlan Kurumunu da kurdu.

Gazetecilere verilen yeni haklara en büyük itiraz elbette gazete patronlarından geldi. 11-13 Ocak tarihlerinde üç gün boyunca gazete çıkarmayarak düzenlemeyi protesto ettiler. Gazeteciler buna karşı büyük bir yürüyüş düzenlemenin yanı sıra bu üç gün boyunca Basın Gazetesi adlı ortak bir gazete çıkardılar. Gazetenin ilk günkü başyazısında şunlar yazıyordu: “Temel hak ve hürriyetlerimizin gerçekten kısıtlandığı, basının yalnız basının değil, bütün memleketin gerçekten eşi görülmemiş bir tehlikenin içine sokulduğu günlerde bile gazetelerini kapatmayan ve protesto yoluna gitmeyen gazete sahiplerinin, şimdi bir ilan kurumu için yaptıkları bu hareket, basın tarihimizde herhalde şerefli bir yer kaplamayacaktır. Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın bir kamu hizmetidir.” (Hıfzı Topuz, II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, s.231). Yürüyüşün yapıldığı ve yasanın yürürlüğe girdiği 10 Ocak uzun zamandır “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kutlanıyor.

Gazeteciler tarafından alkışlanan Milli Birlik Komitesinin ilk yaptığı işlerden biri Aziz Nesin ve İhsan Ada’yı tutuklamak oldu. Nesin ve Ada iki ay sonra tahliye edildi ama aynı dayanışma bu tutuklamalar için gösterilmedi. Darbeler basına her seferinde daha büyük baskılar getirdi, azalan dayanışma ise daha çok para koyup daha fazla ihale alan patronların dönemiyle birlikte neredeyse bitti. Tarihe bakarken genellemelerden, topyekün suçlamalardan kaçınmak gerek elbette. Örgütlenme konusundaki kırılmayı eleştirirken Metin Göktepe’nin katillerinin bulunması ve cezalandırılması için meslektaşlarının verdiği mücadeleyi de unutmamalı. Bugün ise Metin Göktepe’nin 20. ölüm yıl dönümünden üç gün önce yine bir spor salonunda DİHA Muhabiri Nedim Oruç’a ne olduğunun peşine düştük. Silopi İlçe Emniyet Müdürlüğü Oruç için “Konu hakkında bilgimiz yok. Alındı da demiyorum, alınmadı da demiyorum” dedi. Sonunda Oruç’un gözaltında olduğu kabul edildi. Gazeteciler bu yıl 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutlamıyor çünkü 33 gazeteci halen cezaevinde (Siz bu satırları okurken sayı artmış da olabilir), yüzlercesi işsiz ve pek çoğu soruşturmalar, davalar, tehditler altında işlerini yapmaya çalışıyor. Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın cenaze törenini izlemelerinin engellenmesinin ardından “Biz sadece gazeteciliğimizi yapmak istiyoruz. Meslektaşlarımızın polisler tarafından köşe başlarında işlerini yapmaktan alıkonması gibi tedbirlere, yasaklamalara muhatap olmak istemiyoruz” diye açıklama yapan gazeteler ne meslektaşlarının başına gelenleri ne de cenazelerine bile ulaşamayan insanların acılarını görüyor. Ve 55 yıl sonra gazeteciler patronlarına “Bu iş çorap fabrikası işletmeye benzemez” bile diyemiyor.

Yeri gelmişken bağımsız hareket etmesi öngörülen Basın İlan Kurumunun da bugün iktidarın hoşuna gitmeyen gazeteleri cezalandırmak için bir araç olarak kullanıldığını, şeffaflığını yitirdiğini eklemek gerek. Hatta CHP Milletvekili Levent Gök’ün açıklamalarını kaynak alarak son beş yılda kamu bankalarından gelen 1 milyar 32 milyon 273 bin TL’lik reklam harcamasıyla yeni bir “besleme basın” yaratıldığını da söylemek mümkün. Tek fark patronların ayrıca ihalelerle de ödüllendiriliyor oluşu.

Bunun karşısında ekonomik açıdan kırılgan ama direnci çok yüksek gazeteler ve onları taşıyan gazeteciler duruyor. Metin Göktepe bu gazeteciliğin bir simgesi ve gazeteci olmak isteyen pek çok gence ilham oluyor. Geçtiğimiz yıl Metin Göktepe Yazılı Haber Ödülü’nü “Êzidî Kadınların Çığlığı” başlıklı haberiyle kazanan JİNHA Muhabiri Zehra Doğan “Metin Göktepe benim için kahramandı. Metin olsaydı ‘Bu habere gitmeliyim’ diyecekti” demişti. İhalelerinin peşinde, iktidarın çarkında patronlar kadar habere hayatını koyan gazeteciler de var. Ama maalesef ne hak ettikleri ilgiyi görebiliyor ne de onurlu bir yaşam sürdürmek için gerekli ücreti alabiliyorlar. 10 Ocak 1961’in sloganlarından biri de “Çalışan gazeteci bugüne dek simitle ve ümitle yaşadı” imiş. Keşke biraz da gazetecilerin yaşam koşullarını, özlük haklarını tartışabilme imkanımız olsa...

Bir not: Türkiye Gazeteciler Sendikası “Artık yeter, gerçekten ‘haber’ yapmak, üretmek, çalışmak istiyoruz” demek için bugün 12.00’de hepimizi Tünel Meydanı’na çağırıyor.

Evrensel'i Takip Et