12 Ocak 2016 01:00

Mezhep çatışması üzerine eleştirel bir deneme -2

Mezhep çatışması üzerine eleştirel bir deneme -2

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen haftaki yazımda Suriye, Irak, Yemen’de bir vekalet savaşı olarak başlayıp giderek Suudi Arabistan ve İran gibi patronların çarpışmasına dönen çatışmanın bir mezhep çatışması söylemiyle doğallaştırılmasını eleştirmiştim. Geçen hafta benzer yazılar yayınlandı. Örneğin, liberal eğilimli Amerikan haber websitesi Vox’ta Max Fisher şöyle yazdı: “Ortadoğu’yu ciddi bir şekilde çalışan hiç kimse Sünni-Şii çatışmasının öncelikli olarak dinsel bir mesele olduğunu düşünmüyor. Daha ziyade bu mesele, tarihsel olarak çok daha sakin ve barışçıl olmuş olan dinsel demografiyle tesadüfen örtüşen bir şekilde kendini dışa vuran, öncelikle siyasi bir mesele.” Fisher Sünni-Şii çatışmasının nedeninin dinsel değil, siyasi olduğunu vurgularken dinin devlet hırslarının bir aracı olduğunun altını çiziyor. 20. yüzyılın büyük çoğunluğunda siyaseten büyük bir önem arz etmeyen Sünni-Şii kimliklerinin bugünkü noktaya gelmesinde ise ABD’nin 2003 Irak işgalinin ve 2011 Arap isyanları sonrasında kızışan Suudi-İran rekabetinin yattığını öne sürüyor ().

REELPOLİTİK Mİ?

Sünni-Şii çatışmasını verili kabul etmeyip, siyasi çatışmanın bir ifadesi olarak gören yaklaşımlar özcü kimlik tanımlarına dayanan yaklaşımlardan kuşkusuz daha analitik. Ancak çatışmanın gerisinde sadece birbirleriyle rekabet eden devletler görmek bizi 19. yüzyıl reelpolitik anlayışına geri götürüyor. Reelpolitik 1848 Devrimi’nde anayasa özlemleri hüsrana uğrayan liberallerin sarıldığı bir terimdi (Hayalleri kırılan güvercinlerin şahinlere dönüşmesi siyasi ornitolojide sık rastlanan bir olgu!). Ancak temelleri Prusya’nın Napoleon yenilgisinden sonra kendini yenileme çabası içinde yükselen bir tarihçi olan Leopold von Ranke tarafından atıldı. Ranke’ye göre toplumların tarihinde birincil olan dış politikadır (Primat der Aussenpolitik). Her devlet diğer devletlerle bir ölüm kalım mücadelesi içindedir ve toplumun diğer bütün ihtiyaçları bu mücadeleye endekslidir. Devletleri uluslararası siyasette yegane aktörler olarak değerlendiren bu yaklaşıma uluslararası ilişkilerde realizm denir. Realizm devlet merkezci bir yaklaşımdır, toplum devletle özdeşleşmiştir ve birey ancak devlet için gördüğü işlev açısından ele alınır. Mezhep çatışmasını “son tahlilde” de olsa  devletler arasındaki çatışmaya indirgemek realizmin devlet merkezciliğini kabullenmek, meselenin toplumsal dinamiğini yadsımak olur. Başka bir ifadeyle, devletler analizin ulaşabileceği en son bölünemez bütünler değildir; toplumsal bir ilişkinin ifadesi olan devletler de çözümlenebilir. Burada kuramcının yanıtlaması gereken soru şudur: Devletler arasındaki ilişkiler, devletleri oluşturan toplumsal ilişkilerden bağımsız ele alınabilir mi? Bu soru sadece kuramsal, yöntemsel bir soru değil, basbayağı siyasi bir sorudur.  Sosyalistler gündelik hayatta karşılaştıkları siyasal çatışmalara sınıf mücadelesi açısından bir müdahale yapacaklarsa öncelikle kuramsal olarak bunu sınıf perspektifiyle değerlendirebilmeliler. Bu açıdan Sünni-Şii çatışmasını Suudi-İran güç mücadelesiyle açıklayan bir yaklaşımın burada durması mümkün değildir; Suudi ve İran devletlerinin toplumsal bir analizi ve izledikleri dış politikanın her iki devletin siyasi rejimi açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Çünkü sosyalistlerin müdahale olanakları devlet merkezci analizin gizlemeye çalıştığı, çoğunlukla henüz yeterince siyasallaşmamış toplumsal gerilimlerdedir.
2008 krizi sonrası dünyada baş gösteren protesto hareketleri ve uluslararası iş bölümünde farklı konumdaki devletlerin bunlara verdiği tepkiler devletler arası rekabeti belirleyen başlıca unsurlar oldular. 2009’da İran’da başkanlık seçimleri ertesinde seçimlerdeki yolsuzluğa tepki olarak baş gösteren protesto hareketleri, İslam Cumhuriyeti’nin temelindeki toplumsal ittifaklarda gerçekleşen dinamik değişimler ve Mahmud Ahmedinejat’ın tasfiyesinin ardından iktidara gelen reformcuların izlediği dış politika birbiriyle doğrudan ve dolayımlı olarak bağlantılı gelişmelerdir. 2011 Arap isyanlarının Suudi Arabistan’a etkisi ilk planda bölgesel yayılmacılık ve darbe olarak belirdi. Suudi Arabistan muhtemelen tarihinin en büyük ekonomik çöküntüsünün eşiğindeyken Kral Salman eline savaş batonunu verdiği Prens Muhammed’i bir darbeyle kendinden sonraki kral olarak ilan etme hazırlığında. Suudi hanedanının içinden buna nasıl itirazlar geleceği ve muhtemel bir saray kavgasında tebaanın ne tavır alacağı henüz hâlâ bir muamma. Ancak kesin olan bir şey var her iki devlet için de dış politika iç politikanın, iktidar mücadelesinin en önemli dayanağı; çünkü her ikisinin de iktidarları altında yaşayan halklara vadedebilecekleri şeyler kısıtlı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa