13 Ocak 2016

Can Dündar ve Erdem Gül Silivri’ye tıkılmasaydı, Ahmet Hakan’ın gece vakti evinin önünde burnu kırılmasaydı, Hürriyet gazetesi vekil nezaretinde basılmasaydı, nice Fatih’lere bir “alo” ile ayar verilmeseydi Ayşe Öğretmenler olmayacaktı. Haberin önüne demir perde gerildiği, malumatın önce havuza düştüğü yerde, kendini göstermek için debelenip duran bir küçük bilgi kırıntısı böyle vur kaç yöntemiyle kendini duyuracaktır eninde sonunda. Kimliğinin tespit edilmesi için dört koldan seferber olunan Ayşe Öğretmen Silivri mahpushanesinin önünde tutulan nöbetten gelir, “Arkadaşımı gözaltına almayın, o benim kameramanım” diye bağıran gazetecinin temsilidir bir bakıma. Haberi aslanın ağzından almaya çalışan gazetecilerin ve onların okuyucu/izleyicilerinin vicdanı olarak ortaya çıkar böyleleri. Bir tepkiyi sadece “duran insan” olarak, sadece orada bulunarak; sesleri veya görünümleriyle açığa çıkarırlar. Sonra arkası gelir. O anonim kimlik, Fakir Baykurt’un Tırpan romanında “hepimiz Döne’yiz” diye bağıran kadınların yaptığı gibi, “hepimiz Ayşe Öğretmeniz” diyen kadınları çoğaltır. 

Arasanız da bulamazsınız. Paralele havale etseniz de kurtulamazsınız. Bir boşluktan sızmak ve lafını söyleyip anonimleşmek üzere Ayşe Öğretmenler hep oradadır. Haber elden ele, twitten twite yayılırken onun kimliğinin; artık hangi kapının arkasında olduğunun, hangi IP’ye gizlendiğinin, hangi telefon numarasının ucunda takıldığının önemi kalmaz. Ayşe Öğretmen’i ele geçirmeye uğraşırsanız komik olursunuz. O hizaya çekilip susturulmaya çalışılan gazetecinin ruhudur; toplumun içinde yuvalanır. 
Bir de ötekiler var. Toplumun vicdanını kanatanlar. Yapıp ettikleri ve yalanlarıyla dejenerasyonu körükleyenler. Diyanetin fetva sitesinde “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikahını düşürür mü?” sorusuna verilen “Babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikaha bir etkisi yoktur” ve “Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir” yanıtının yarattığı infiale benzin döken gazeteciler yani. Daha önce Kabataş yalanında ortaya çıkan bu nevzuhur kalemşorlardan Hilal Kaplan şahsiyeti Diyanet sitesindeki bu fetvayı alelacele savunmaya girişti. “Özel”den yapılan yazışmayı yayanın Diyanete vurmaya çalışan din düşmanları olduğunu twitledi. 

Allah kimseyi bu raddeye düşürmesin!

Ayıp ile mübah arasında sınırın kalmadığı böyle bir dejenerasyon ortamı elbette tek tek şahısların inisiyatifiyle kurulmuyor. Muhafazakarlaşmayı cinsel kışkırtmayla kurmaya çalışan bir sistemin ürünü olarak ortaya çıkıyor. Zaten tahrik ancak bu kadar basınç altına alınan bir toplumda mümkün olabilir. 
Hilal Kaplan gibi yazarlar da giderek irrasyonelleşen böyle bir dünyanın vicdansızlığından beslenirler. Sonra, akıl bir kere yitmeye görsün, o yitik akılla ne düzenler kurulur.

9 yaşından az büyük kız çocuklarının babanın şehvetini uyandırmasının normal olduğunu söyleyen bir din işleri kurumunu savunacağım derken Kaplan’ın yoldaşları, ana akım medyaya telefonla sızıp “Çocuklar ölüyor” diyen bir anonim şahsiyetin kimliğini bulma peşinde. Oysa Ayşe Öğretmenler bu akıl yitiminin müsebbibi olanların “elceğiziyle” üretildi. Ev yapımıdır yani. 

Havuza düşen haberlerle yayın yapan televizyon kanalları Diyanetin “özel”den yaptığı iddia olunan yazışmaları alenen her gün tartışırken, bu yayınların şekillendirdiği haleti ruhiye içinde kendi öz kızına şehvet duyabilecek sapkınlar nasıl ortaya çıkıyorsa bu bağlamı bozan birileri de çıkıyor işte. 
“Çocuklar ölmesin” diyen bir sese çullanmanın, televizyondaki programı yapan Beyazıt Öztürk’ün apar topar ana haber bültenine çıkartılıp nedamet diletilmesinin normal bir dünyada yeri yok. Ama normal değil, korkunç bir dünyada yaşıyoruz. 

9 yaşındaki çocuğun havan topundan ölmesine vicdanı zerre kadar sızlamayanlar kendi öz kızlarına şehvet duyup duyamayacakları konusunda fetva arıyor. 

İnsan işte bu hale geldi ama insan bu sürece direnmek için Ayşe öğretmen olmak zorunda da kaldı. 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yüzsüzlük seferberliği

Yüzsüzlük seferberliği

“Vergide adalet” sözünü ağzından düşürmeyen Maliye Bakanı Şimşek’in başlattığı seferberlikten yine sermayeye kıyak çıktı. Bütçede sermayeden alınacak 2.2 trilyon TL vergi gelirinden vazgeçen iktidar, trilyonlarca liralık gelir elde eden 100 şirketin, 62.5 milyar liralık vergisini erteledi. Yüksek enflasyon nedeniyle Türkiye’nin en zenginleri listesinde yer alan patronların ödeyeceği vergi kuşa dönecek.

Borsa İstanbul’da işlem gören ve 2024 yılında 3.6 trilyon TL gelir elde eden 100 büyük şirketten 62.5 milyar TL tutarında vergi tahsil edilmedi.

Türkiye’nin en zengin 10 ismine ait sadece 8 şirketin toplam 18 milyar TL’lik vergi borcu ertelendi.

Çevre Bakanı Kurum’un Emlak Konut Genel Müdürlüğü döneminde özelleştirilen Emlak Konut’tan tahsil edilmesi gereken 6.9 milyar TL tutarında vergi alacağı ertelendi.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
MEB’in tarikatlardan sonra Ülkü Ocaklarıyla protokol imzalamasının ardından Ülkü Ocaklarının okullarda düzenlediği etkinliklerin propaganda ve eleman kazanmaya dönüştüğü iddiaları gündeme geldi

Evrensel'i Takip Et