Tiranlık mı, barış mı?
Fotoğraf: Envato
Barış Blokunun 9 Ocak günü gerçekleştirdiği Barış Forumunun son konuşmasını yapan Barış Bloku Eş Sözcüsü Prof. Dr. Gençay Gürsoy, ülkenin içinden geçtiği durumun iyimser düşünmeyi zorlaştırdığına vurgu yaparken, bu halin sürdürülemez olduğunu düşünmeyi de doğru bulmadığını ifade ederek, yaşadığımız bölgede ve yakın coğrafyamızda böyle rejimler olduğuna dikkat çekti.
Gençay Hoca, kendisiyle geçen yıl bu zamanlar yaptığım bir röportajda da benzer kaygılarını dile getirmişti. O röportajdan kısa bir bölüm şöyle: “Dolayısıyla bugün Türkiye’de iktidar tarafından inşa edilmekte olan rejim, dünya ölçeğinde ayakta kalabilirliği, sürdürülebilirliği az çok kanıtlanmış rejimlere benzer hale geliyor. Beni ürküten bu. Bu Türkiye’nin tek başına yaşadığı bir şey değil, konjonktürel bir şey değil. Bu zaman içinde örgütlendi. Bir tarafta neoliberal sistemin baskıları, ekonomik krizler, şunlar bunlar, son 20 yıl içindeki parlamenter demokrasinin yıpranması, yoksulluk, çıkışsızlık, Sovyetler’in çöküşünden sonraki, yeni bir dünya tasavvuru konusundaki ideolojik zaaf, bütün bunlar yan yana geldiği zaman, bu rejimlere alan açan bir yaşama olanağı tanımaya başladı. Buna bir de Ortadoğu’nun cangılını ekle, yani zor bir durumla karşı karşıyayız.” (16 Ocak 2015)
Bu noktaya yeniden dönmek üzere, hem o toplantıdaki bazı konuşmalara hem de daha sonra yaşadığımız bazı önemli gündemlere değineceğim.
Barış İsteyenler Grubu olarak Diyarbakır’a gidip döndükten sonra, Ankara’da temaslarda bulunan, bu temaslar kapsamında Başbakan Davutoğlu ile de Çankaya’da görüşen aydınlar, bu görüşmeye dair bilgiler verdiler.
Bu konu ilk olarak, 8 Ocak 2016 günü Cumhuriyet’te Murat Sabuncu’nun özel haberi olarak gündeme gelmişti. Haberin içindekiler ve bize toplantıda aktarılanlar ile kıyasladığımda “Davutoğlu masaya dönmek istiyor” başlığı iyimser bir başlık olarak duruyor ancak haberdeki şu cümle, toplantıda bize aktarılanlarla da örtüşüyordu: “HDP ile AKP arasındaki ilişkiyi ise kaynak şöyle tarif etti: İki taraf birbirine güvenini o kadar kaybetmiş ki tamiri zor.”
Hükümetin uyguladığı ve Başbakan Davutoğlu’nun “O ilçeler ev ev temizlenecek” söyleminin yol açtığı pratikler bütün yıkıcılığı ile sürerken, iktidarın bir yandan da aydınlarla görüşerek öncekine kıyasla daha düşük profilli bir diyalog zeminine açık olabileceği izlenimini yaratmak istediğini görüyoruz.
Kuşkusuz barış, ciddi bir toplumsal mücadele ile altı doldurulan bir müzakere zeminiyle kurulabilir. O nedenle diyalog ve müzakere kapısını zorlamak yanlış değil, ama iktidarın hem geçmişteki hem de bugün uyguladığı tüm pratiklerin içerdiği özellikleri hiç akıldan uzak tutmadan.
Tam da bu noktada 1128 akademisyenin, iktidarın şiddet politikalarını, “Bu suça ortak olmayacağız” sözleriyle eleştirerek müzakere ve kalıcı barış için çağrı yapması büyük değer taşıyor.
Biz bu çağrıyı bu nedenle dünkü Evrensel’in sürmanşetine taşıdık. Yeni Şafak ise aynı gün barış isteyen bu akademisyenleri “PKK’nın Suç Ortakları” başlığı ile manşet yaparak hedef gösterdi.
İktidarın savaş politikalarını, mesleğin en sıradan ilkelerini bile ayaklar altına atarak destekleyen bu gazetelerin barış isteyen akademisyenleri bu şekilde hedef göstermesi şaşırtıcı değil. Bu refleksi iktidarın suçlarına ortaklık eden diğer gazetelerde ve yazarlarında da gördük. Örneğin Ahmet Taşgetiren, Star gazetesinde dün yayımlanan köşesinde “Vah benim üniversitelerim” başlığı ile bu konuyu yazdı. Barış isteyen akademisyenlerin yaptıkları açıklamadaki dil için “Dağın akademik dili böyle oluyormuş demek ki” ifadelerini kullanan Taşdemir, “Bugün-yarın bakacağız, bakalım bu bildiride imzası olanlardan kaçı ‘Ben yoktum, haberim olmadan adım konmuş’ vaveylasını koparacak?” diye de eklemiş.
Yani söylediği açık, “Biz o dediklerinizi sizin burnunuzdan getiririz, sizi Beyaz’dan beter ederiz.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da dünkü konuşmasının önemli bir bölümünü barış isteyen akademisyenleri hedef göstermeye ayırdı.
Buradan başladığımız yere dönersek Prof. Dr. Gençay Gürsoy’un da dikkat çektiği gibi, eğer barışı mümkün kılacak güçte bir mücadele verilemezse ‘tiranlık’ hakim hale gelir.
Barışa bu kadar düşman ve savaşa bu kadar angaje bir rejimde de, bir yandan Diyarbakır’dan, Şırnak’tan sürekli ölüm haberleri gelirken, diğer taraftan Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç ve Ankara’daki patlamalara Sultanahmet eklenir.
Tam da bu nedenle kalıcı bir barışı mümkün kılacak çabalar, bu ülke halklarının bugünü ve geleceği için hayati bir önem taşıyor.
- Diyarbakır notları: Seçim öncesi gelip ‘Ser sera, ser çava’ demeyin 16 Aralık 2024 04:52
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00