16 Ocak 2016 00:54

Tanık olmak ve söz söylemek

Tanık olmak ve söz söylemek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Barış için Akademisyenler İnisiyatifinin imzaya açtığı bildiriye kısa bir sürede çok sayıda akademisyen imza attı. ‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiri, yüzlerce akademisyen için olanlara tepki göstermenin, barış çağrısı yapmanın, politik aktörleri sorumluluğa davet etmenin mecrası, platformu olmuş görünüyor.

Akademisyenlerin bu bildiriye attıkları imza, onların olanlara tanıklık etme ve söz söyleme iradesinin altını çiziyordu. Her şeyden önce ifade özgürlüğü kapsamında dile getirilen bu irade, akademik formasyonun getirdiği sorgulama refleksinin de bir sonucudur. Yasemin İnceoğlu’nun Bianet’teki yazısında altını çizdiği gibi ‘Akademik yaşam doğası gereği tartışma ve eleştiri kültürü temelinde yükselir.’ Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifinin bildirisini imzalayan hocaların disiplinleri, çalışma alanları farklı olsa da, gündelik olanı dahi mütemadiyen sorguluyor ve eleştirel bir gözle süzüyor olmaları ortak noktaları olabilir. Bu eleştirel sorgulamaya ilk sırada tüm uzuvlarıyla iktidar mekanizmalarının tabii olması doğaldır. Ayşe Gül Altınay bu hafta Bianet’te yazdığı yazıda bu sorgulama halinin konuyla ilişkisini çok güzel ifade ediyordu: ‘Bir akademisyenin gerçek anlamda bağımsız olabilmesinin ilk adımı, kendi parçası olduğu ayrıcalıkları, kendisi adına yürütülen şiddeti ve tabii genel anlamda iktidarı sorgulamasından geçiyor.’ Kendi bagajı da dahil, iktidarı üreten ve yenileyen ilişki ve pratiklere eleştirel gözle yaklaşabilmek akademik bağımsızlığın kısaca ön koşulu. 

İktidar pratiklerini sorgulamak tabii ki akademisyenlere mahsus bir şey değil. Eleştirel düşünmek ve söz söyleme iradesi doktora sahibi olmayı, külliyat hatmetmeyi gerektirmiyor. Ayşe Çelik Öğretmen’in Beyaz Show’da söylediği sözler hem o an canlı yayında hem de sonrasında silkeleyici bir etki ve kritik bir düşünme alanı oluşturdu. Belki de bu yüzden bugünlerde en küçük inisiyatif bile, çabuk tarafından keskin bir nefretin hedefi oluyor. 

‘Bu suça ortak olmuyoruz’ bildirisi pazartesi sabahı basına açıklandı. Bazı gazeteler hiç vakit kaybetmedi ve skandal bildiri başlıklarıyla imzacı hocalardan özellikle bazılarını hedefe alan ifadeleri hemen o gün internet sitelerinde yayımladı. Ertesi gün Yeni Şafak bildiriyi barikat yanına fotoşopla yerleştirdiği akademisyenler görseli eşliğinde ‘PKK’nın Suç Ortakları: Hendekçi Akademisyenler’ başlığı ile gördü. Aynı gün Cumhurbaşkanı Erdoğan Sultanahmet patlamasının akabinde olmasına rağmen 38 dakikalık konuşmasının 10 dakikasını bildiriye imza atanlara ayırıp, mafya lideri Sedat Peker yayımladığı mektupta ‘Akademisyenlerin oluk oluk kanlarında yıkanacağız’ gibi analize muhtaç bir tehdit savurunca çıta yükseldi. ‘Türkiye için akademisyenler’ diye bir başka inisiyatif ortaya çıktı ve ‘Devletimizin yanındayız’ diye bildiri yayımladı. YÖK ‘Gereği yapılacaktır’ diye açıklama yaptı. Sosyal medyada hedef göstermeler ve bazı üniversite yönetimlerinin açıklamaları derken, Cumhurbaşkanı Erdoğan yeniden konuştu ve savcılık soruşturmayı açtı. Bu arada topa giren başka sesler de oldu. Mesela Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu. Tabii ki etki gücü açısından Feyzioğlu ve benzerlerinin sözleri kıyas kabul etmez ama bu birkaç gün içinde aynı imlerin, retorik kurgunun farklı ağızlardan tekrar tekrar dile gelmesi dikkat çekici.

Benzer kelimelerle aynı şeyleri tekrarlamanın işaret ettikleri daha geniş bir zamanda tartışılabilir. Ama basın açıklaması yapan akademisyenlerin fotoğrafının hendek görselinin yanına iliştirilerek dolaşıma sokulmasının, her sözün devletin yanında olmak ya da olmamak başlıklı farazi bir ikili karşıtlık üzerine sıkıştırılmaya çalışılmasının işlevsel bir tarafı da var. Birbirine zıt iki uçlu dünya kurgusunda her şeyi açıklamak daha kolay hale geliyor; bu kurguda bağlam, tarih, analiz önemsizleşiyor. Esas mesele ise tam da konuşulması gereken zamanda konuşulmamaya devam ediyor. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa