İnsan yiyenlerin ülkesini de gördük
Fotoğraf: Envato
Yunanistanlı kent krallarından Odisseus; yıllar süren Troya savaşı sonrası ülkesine dönerken, mola verdiği bir adada, tek gözlü Polifemos’un gözünü kör etti. Bunun üzerine Polifemos’un babası ve denizler tanrısı eli yabalı Poseydon da; saldığı azgın fırtınalarla onun bütün gemilerini batırdı ve onu savaş nedir bilmeyen Fayakların cennet adasındaki bir sahile savurup attı! O anda orada bulunan Fayakların güzel prensesi Nausikaa, hiç tanımadığı bu yabancıyı giydirip kuşattı ve saraylarına buyur etti...
Fayakların kralı Alkinoos ve yanındakiler; bir yandan büyük bir sevecenlikle karşıladıkları konukları yorgun Odisseus’u şölenlerle ağırlarken, öte yandan da onun anlattıklarını cankulağıyla dinliyorlardı:
İŞİNİZ GÜCÜNÜZ ALTIN SİZİN!
“Bir adada karşılaştığımız rüzgârlar tanrısı, ilkin bize çok iyi davrandı” diye yeni bir serüvenini anlatmaya başladı Odisseus. “Ne var ki yoldaşlarımın onun dediklerine uymaması yüzünden, ‘İşiniz gücünüz altın, ziynet sizin!’ deyip bizi kovdu... Artık denizlerin ve tanrıların öfkesiyle baş başa kaldık yeniden!”
Yorgun kral Odisseus,önündeki şarap tasından birkaç yudum alıp biraz soluklandıktan sonra; “Tam altı gün altı gece aralıksız yol aldık. Yedinci günün sabahında, Laystrigonlar denen bir halkın adasına vardık” diye sürdürdü öyküsünü. “İki burun arasında çok dingin bir koy vardı. Arkadaşlar gemilerinin palamarlarını bu koydaki kocaman taşlara bağladılar. Ama ben koyun dışındaki bir kayaya bağladım gemimi. Sonra karaya çıkıp yüksek bir tepeden adaya baktım. ‘Burada insan olarak kimler yaşıyor acaba?’ diye çok merak ediyordum... Ta uzaklarda tüten bir duman çekti ilgimi. Hemen arkadaşlardan üçünü yolladım oraya... Arkadaşlarım dumanın olduğu yere vardıklarında, bir çeşme çıkmış önlerine.
AZMAN KRAL BİR ARKADAŞIMI PARÇALAYIP YEDİ!
Orada testisini dolduran iri yarı bir kıza; ‘Bu adanın kralı kimdir, nerede oturur acaba?’ diye sormuşlar... Kız biraz ötedeki kocaman bir konağı göstermiş. Arkadaşlarım da konağa gittiklerinde; insan azmanı kraliçe, sevecenlikle içeri buyur etmiş onları ve bir divana oturtmuş. Çok geçmeden çıkagelen azman kral da, üç arkadaşımı bir süre süzmüş. Sonra da gözüne kestirdiği birini parçalayıp kendine güzel bir yemek hazırlamaya başlamış! Diğer iki arkadaşım bir yolunu bulup kaçabilmiş! Bu iki arkadaş, soluk soluğa yanımıza geldiler.
Ama kralın adamları, bütün adayı sarsan çığlıklarla halkı yardıma çağırıyolardı. Sırf kaçıp canını kurtaran o iki arkadaşımı yakalatmak için! Evlerinden fırlayan dev yapılı azman insanlar, koşa koşa sahile gelip gemilerimizi taşa tuttular! Ben de koyun dışındaki gemimin palamarını kestim hemen kılıcımla ve canhıraş kürek çekerekten uzaklaşmaya başladık. Ne var ki koyda bağlı gemilerimiz ve pek çok arkadaşımız, yamyam Laystrigonların üstlerine fırlattığı kayalar yüzünden parçalanıp sulara gömüldüler... Birkaçımız kurtulmuştuk kurtulmasına, ama kurtulduk diye de sevinemiyorduk. Yitirdiğimiz yoldaşlarımızın acısı oturmuştu içimize...
GÜNEŞ’İN KIZI TANRIÇA KİRKE’NİN ADASINDAYDIK
Artık habire kürek çeke çeke Ayaye adasına vardık... İnsan sesli ürkünç tanrıça Kirke otururmuş orada! Biz ölümlüleri ısıtan güneş tanrısı Helyos’un kızıymış o. Tabii bunları sonradan öğrendim. İşte o adada karaya çıkar çıkmaz, tam iki gün iki gece aralıksız uyuduk... Öylesine yorulup bitkinleşmişiz onca acılı serüvenlerden sonra!
Üçüncü gün şafak tanrıçası Eos; yeri göğü her günkü gibi boyarken, hemen kılıcımı kargımı kuşanıp doğruca yüksekçe bir tepeye tırmandım. Hep aynı merak: Acaba bu adada insansever, dost olabilecek birileri var mıydı? Ya da denizlerin gizemlerini çözmeye kalkanları çiğ çiğ yiyen canavarlar mı vardı burada da? İşte o merakla tırmandığım tepeden ta aşağılardaki ovaya baktım uzun uzun. Çok ötelerde, bir tümsekten dumanlar tüttüğünü gördüm... Tanrıça Kirke’nin topraktan konağıymış orası! Tabii bunları hep sonradan öğrendim.
HERŞEYİ GÖZLERİMLE GÖRÜP ANLAMALIYDIM!
Tepeden inip gemiye dönerken tanrıça Artemis bana çok acımış olacak ki, kocaman bir geyik salıverdi önüme! Geyiği avladığım gibi arkadaşlarımın yanına götürdüm... Hepsi de örtülerin altında aç aç yatıyorlardı! O gün geyik etiyle kendimize güzel bir şölen düzenledik. Ertesi gün de gene erkenden kaldırdım onları. Haliyle gerekli yiyecek içecek cinsinden bir şeyler bulmamız gerekiyordu... Sonra da o dumanı tüten konağa gidip onun neyin nesi olduğunu da öğrenmeliydik. O yüzden arkadaşlarımı iki kümeye ayırdım. Birinin başına önder olarak, becerikli Evrilohos’u koydum. Ötekinin başına da ben geçtim... Kümenin biri gemiyi bekleyecek, ötekisi de o duman tüten eve gidecekti. Aramızda çektiğimiz kuraya göre benim kümedeki arkadaşlar gemiyi bekleyecekti... Kirke’nin konağına giden arkadaşlarımın iki gözü iki çeşmeydi! Doğrusu gemiyi bekleyen bizler de kendimizi tutamadık. Öyle ya, onların başlarına çok kötü şeyler de gelebilirdi! - Hani gelmedi de değil!”
Odisseus bütün bunları yeniden yaşıyormuşçasına anlatıp giderken, onu cankulağıyla dinleyen güzel prenses Nausikaa da, elinde olmadan dökülen birkaç damla gözyaşını sildi gizlice... “Bunca acılar çekmiş bu güzel adam, bu cennet adamızda benimle kalır belki de?” diye bir düşünce geçti içinden...
Güzel Nausikaa’nın yüreğinde birden sepserin yeller esmeye başladı....
O gece erkenden, yıllardır yüzünü bile görmediği ve neredeyse unuttuğu tetemiz bir yatağa yatırdılar savaşyorgunu Odisseus’u...
- Çocuğun kalemi 07 Nisan 2024 03:56
- Gagasındaki bir şiirle 31 Mart 2024 04:00
- Çeker gider yıldızlar 21 Ocak 2024 05:30
- Macar Ozan Illyes’ten bir şiir 29 Ekim 2023 03:08
- Bülbülün olsun şiir 03 Eylül 2023 03:30
- Adonis tıklatır camları 09 Temmuz 2023 03:34
- Kuşlar ve Mozart 21 Mayıs 2023 04:00
- Boyadığımız gökyüzü 12 Mart 2023 03:40
- Bunca güzel olmazdı 15 Ocak 2023 03:04
- Her sabah boyar dünyamızı 27 Kasım 2022 03:21
- Köpek ve hırsız 09 Ekim 2022 03:30
- Kurt ve turna 07 Ağustos 2022 02:55