Güneşe balçık akıllara kayyum
Bir varmış, bir yokmuş. Dünyanın bir yerinde güzel mi güzel bir ülke varmış. Bir akşam bu ülkenin tüm çocukları uyuduklarında çok ama çok garip, çok ama çok kara bir kabus görmüşler. Uyanmak istemişler ama kabus onları bırakmamış.
Kabus gerçekten çok karaymış. Bu kabusta daha önce hiç duymadıkları bir sözcük kullanılıyormuş. “Kayyum, kayyuum, kayyuuum” diye ortalık inliyormuş. Çocuklar anlamadıklarını sayıklıyorlarmış. O zaman çok yüksek ve çok kaba bir ses bağırıyormuş: “Kayyum, bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimsedir!”
Çocuklar anlamadıklarını, bu kayyum her ne olursa olsun istemediklerini sayıklıyorlarmış. Aynı ses bağırıyormuş: “Susun! Susuuuun!” Size mi soracağız?”
O çok yüksek ve çok kaba ses bağırıyormuş: “Okullara kayyum atayacağız. Öğretmenlerin yerine din alimleri koyacağız. Çocukları en ufak yaştan dinle dolduracağız.”
Sonra çocuklar birdenbire kendilerini bir trende buluyorlarmış. Kara bir tren. Her yeri kara, lokomotifinden çıkan duman daha kapkara. Çocukların hepsi öksürüyormuş, boğulacak gibi oluyormuş.
Sonra tren birden bire hareket ediyormuş. Hızla ilerliyormuş. Dernekler, vakıflar, şirketler şehir tiyatrolarının önünden geçiyormuş. O çok yüksek ve çok kaba ses bağırıyormuş: “Buna da kayyum atadık!”
Tren birden gazetelere doğru gidiyormuş. Çocuklar kulaklarını tıkıyorlarmış ama yine de o sesi duyuyorlarmış: “Buralar hep kayyum! Gazeteler artık aynı başlıklarla çıkacak!”
Çocuklar kabustan uyanmak için çırpınıyorlarmış ama kara kabus onları bırakmıyormuş. Tren çılgın bir hızla bir üniversiteden ötekine koşuyormuş. O çok yüksek ve çok kaba ses bağırıyormuş: “ODTÜ’ye de gireceğiz, orayı fethedeceğiz. Oraya da kayyum atayacağız. Tüm üniversiteler bizim. Onları kayyum rektörlerimiz yönetecek!”
Çocuklar çırpınmaktan kan ter içinde kalıyormuş ama bir türlü uyanamıyorlarmış. Kara tren birden büyük bir hızla düşmeye başlıyormuş. Çocuklar avazları çıktığı kadar bağırıyorlarmış ama sesleri çıkmıyormuş. Yalnız o çok kaba ve çok yüksek ses duyuluyormuş: “Akıllara kayyum! Akıllara kayyum!” Çocuklar çırpındıkça çırpınıyor, kara tren düştükçe düşüyormuş ama o ses kesilmiyormuş: “Akıllara kayyum atadık, kayyuuum! Bundan böyle herkesin ne düşüneceğini biz söyleyeceğiz!”
Kara tren büyük bir deliğin, çok büyük, çok kara bir deliğin içinde düşmeyi sürdürüyormuş. O ses her yeri çınlatıyormuş: “Savaşa barış, katliama huzur, yoksulluğa şükür diyeceksiniz. Aşağılık insanları yücelteceksiniz. Kötüyü iyi bileceksiniz. Ölüme gönderilen madencilere, işçilere, gencecik askerlere şehit diyeceksiniz. El öpeceksiniz, etek öpeceksiniz. Sizi ezenleri gönülden seveceksiniz. Başbuğ Hitler gelse görse kıskanmasını sağlayacaksınız. Kocaman bir sürü olacaksınız, ne dersem yapacaksınız!”
Çırpınmaktan çocuklar yorgun düşmüş ama kabus bitmemiş. Kara tren birdenbire bir çizgi filme dönüşmüş. O ses yine çınlıyormuş: “Vicdanlara kayyum atadık! Bundan böyle vicdanları biz yöneteceğiz, ne hissedeceksiniz biz söyleyeceğiz! Roboskî’yi unutacaksınız. Dersim’i unutacaksınız. Maraş’ı, Reyhanlı’yı, Cizre’yi, Suruç’u, 10 Ekim’i unutacaksınız. Bir hafta boyu cesetler yerde yatsa omuz silkeceksiniz. Çocuklar öldürüldüğünde yüreğinizi taş yapacaksınız, hiç ses çıkarma!..”
İşte o ses tam, “Çıkarmayacaksınız!” derken, çizgi filmi birden kopmasın mı? Birden ateş almasın mı? Meğer gece bitmiş, güneş doğmamış mı?
Meğer güneş balçıkla sıvalıymış, ama balçık tutmamış. Balçık düşünce film kopmuş, her şey ortaya çıkmış. Meğer güneş balçıkla sıvanmazmış, sıvansa da tutmazmış. Akıllar vicdanlar da kayyum tutmazmış...
Evet vicdanlar balçık tutmaz. Cuma günü gözaltına alınan Kocaeli Üniversitesinde görevli akademisyenlerin dediği gibi, “Yaşamak bir haktır, barış da bir haktır.”
Akıllar, gerçekler, vicdanlar balçık tutmaz. İşte bu nedenle: İmzamızın arkasındayız!
Evrensel'i Takip Et