19 Ocak 2016 00:55

Prensler ve ikna olmayan vicdanlar

Prensler ve ikna  olmayan vicdanlar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

17 Nisan 1521’de bir gün önce Worms’a gelen Luther, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun meclisinin toplantısı üzerine kentte bulunan imparator V. Karl’ın (Şarlken’in) huzuruna çıktı. Üniversitesinin yardımıyla yol masrafını karşılayan bu basit keşişin Avrupa’nın en kudretli hükümdarının huzuruna çıkarken Tanrı’ya kendisinin yanında durması için yere çöküp yakardığı söylenir. Ne de olsa bir yüzyıl önce kendisi gibi güvenlik sözüyle davet edilen “kafir” Jan Hus diri diri yakılmıştı. Ancak Luther yalnız değildir. Kutsal Roma İmparatorluğu isminin aksine Alman prenslerinin oluşturduğu bir devletti ve bu soylular Avrupa’da gücünün doruğuna çıkmış Habsburg hanedanının, imparatorluğu Fransız usulü bir mutlakıyetçiliğe doğru sürüklemesinden çekiniyordu. Avusturya Arşidükü, Burgonya Dükü, Kastil ve Aragon’un Kralı, Habsburg Hanedanının Başı İmparator Karl, İspanya’nın Amerika’daki fetihleriyle hiçbir Alman imparatorunun tahayyül edemeyeceği bir güce ulaşmıştı. Karl’ın bu güçle Alman soylularının politik gücünü kırıp mutlak monarşiye yöneleceği korkusu Luther’in kaderini Hus’tan farklılaştırdı. 

Karl tıpkı akranları Fransa Kralı François ve İngiltere Kralı VIII. Henry gibi şövalye kültürüyle yetişmiş bir soyluydu. Bu prensler bol bol avlanıp, spor yapıp, turnuvalarda mızrak tokuşturup, dans etmeyi, içip ziyafet etmeyi, metresleriyle düşüp kalkmayı pek severlerdi. Elbette dinin siyasi gücünün farkında olan bu prensler dine muazzam bir önem verdiler. Engizisyonu kendi iktidarlarının bir aracı yaptılar. İnsanların vicdanına hükmetmeyi kendi iktidarları için zorunlu gördüler. Nitekim Tanrı bile olsa kendileri dışında bir itaat makamını hoş göremeyecek kadar zor ve baskıya dayanan bir rejimin liderleriydiler. Kişisel olarak her türlü dindarlık gösterişini yapan bu prenslerin yaşlılıkta ya çok yemekten gut olduğu, ya cinsel hastalıklarla uğraştığı bilinir. Yani din uğruna insanları ateşte yakmakta beis görmeyen bu prensler propagandasını yaptıkları dinin ölümcül günah saydığı ne varsa yapmaktan geri durmamıştır.
Worms meclisi Karl için özellikle zor bir anda gerçekleşmişti. İspanya’da soylular kendisine kazan kaldırmış, imparatorluk meclisinde Alman soyluları imparatorluk divanının yetkileri üzerine kavga başlatmış, baş düşman François İtalya’da askeri manevralara başlamış, Viyana’dan gelen kardeş Ferdinand Osmanlı saldırısına karşı Macaristan’ı savunacak asker talep etmişti. Almanya’da başlayan reform hareketine bir son vermek ve tüm Hristiyanları Roma kilisesi ve imparatorluk altında birleştirmek iddiası Karl’ın iktidarı için ihtiyaç duyduğu bir yakıt sağlıyordu. 

Huzura çıktığında engizisyoncu Luther’e ilk soruyu sordu: “Bu kitapları sen mi yazdın?” Çekingen keşiş cevap verdi: “Bu kitaplar benim. Ve daha fazlasını da yazdım.” Bunun üzerine esas soru geldi: “Bunlarda yazanları inkar etmek ister misin?” Luther salondaki soyluların zorla duyduğu bir sesle cevap verdi: Bu mesele Tanrı’yı ve onun kelamını ilgilendiriyor. Ruhların kurtuluşunu etkiliyor. Mesih dedi ki, ‘İnsanların önünde beni inkar edeni ben de babam önünde inkar edeceğim.’” Salonda yükselen uğultu üzerine korkan Luther hemen daha fazla zaman istedi. 

Ertesi gün huzura tekrar çıktığında Alman prenslerinin desteğini arkasında hisseden keşiş gücünü toparlamıştı: “Ben inancımı ne papaya ne de divana teslim edemem, çünkü bunların hataya ve kendileriyle apaçık tutarsızlığa düştükleri gün gibi aşikardır. Eğer Kutsal Metin’den kanıtlarla veya güçlü argümanlarla ikna olmadıysam... eğer size alıntı yaptığım metin açısından tatmin olmadıysam... yani eğer kararım Tanrı’nın kelamına uygun bir hale gelmediyse, o halde hiçbir yazdığımı inkar edemem ve etmem. Çünkü iyi bir Hristiyan için ülkesinin aleyhine konuşmak doğru değildir. Burada duruyorum ve başka da bir şey söylemiyorum. Tanrı yardımcım olsun. Amin.” Engizisyonun ibretialem olsun diye soyluları sindirecek bir güç gösterisi olarak düzenlediği mahkeme tam bir halkla ilişkiler skandalına dönmüş, Luther’in ikna olmayan vicdanı imparatoru yenmişti. Ardından Almanya yüzyıl sürecek mezhepler savaşına girecek, her türlü soykırım yaşanacak, fakat sonunda Habsburgların mutlakıyetçilik hayalleri suya düşecekti.
Kişi kendi ruhunun kurtuluşundan sorumlu olduğu için dünyevi iktidarın elini çekmesi gereken bir alan olarak vicdan böylece modern siyasi ve hukuki söylemin merkezine oturdu. Luther’den sonra bir buçuk yüzyıl boyunca hem Katolik hem Protestan prensler vicdanlara hükmetmeye yönelik hamleleriyle Avrupa’yı mezhep savaşlarında kana buladılar. Temel insan haklarının ve anayasanın güvencesi olarak din ve vicdan hürriyeti ve ifade hürriyeti bu mücadelelerin deneyimiyle kurumsallaştı, kabul gördü. Prensler ise defalarca kendi düzenledikleri güç gösterilerinde yanlışlıkla iktidarlarının zayıflıklarını sergilediler. Tarih okumak güzel şey!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa