24 Ocak 2016 01:00

Sırf bunun için bile ‘hayalci’ olunur...

Sırf bunun için bile ‘hayalci’ olunur...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

* Aşk-ı Memnû’nun son okumasını yaparken şimdi, “intikal” kelimesine takıldım. Neden ilgilendirdi beni, ne anımsattı diye düşünürken buldum: İntikal varmış, tugayın bir kısmı oraya gidecekmiş, Ankara’daymış, çadırlarda kalınıyormuş, insan karın beyazıyla esmerleşirmiş, belki kısa dönemler de gidebilirmiş. Gitmesek bile, intikalin bakiyesi olarak nöbete çıkarmışız, bazı nöbetler dört saat bile sürermiş. Askerlikte ne kadar sıkıldığımı sanki bir roman boyunca anlatsam değmez derdime. İntikal, ne sıkıcı kelime.
* Hastane ziyareti. Kalp krizi, ameliyat, yoğun bakım (rahmetli babaannem “bakım yoğum” derdi), anjiyo tabirleri. Hastane bahçesi, kantinden karton bardakta alınan çaylar. Dostluk ve üzgünlük. Neşe gayreti, geçmişe dönüp anılar birikintisinden kimi anları çekmek. İyilik dilekleri ve dua. Hastaneler, insanlığın hakiki arka bahçesi. Ve Türkiye’dekiler hep çok pis kokuyor.
* Kış mevsimi yasaklanabilir bir şey olabilirmiş o yedi günde. Kış, neden var kış? Bu soruya ancak kuşlar yanıt verebilir. Sanki. Yedi günde kurulan, bir günde yıkılır. Dünyanın kuralı da derdi de budur. Sanki.
* Ada’da İdil, Suadiye’de Ela. İki küçük kız çocuğu. Tesadüfen karşılaştık, bana tebessüm ettiler. İdil hayalî bir mektup yazıp elime tutuşturdu. Ela’nın arabasına bir kedi girdi. Onlar hep gülsün. Bütün çocukların durmadan kahkaha attığı bir sekizinci gün olsa ya. Olmaz, değil mi?
* Artık bir fotoğraf makinesi var Selin’in. Baktığı şeyden görmek çıkarıyor o. Ben hayranlıkla izliyorum anca. Görebilmek ne güzel.
* Kedilere, bahçe çetesine, balık verdik. Bir süre yemediler, tanımıyorlar belli ki. Tanınmayan balıklar, kedilere bile yem olmayabilir. Bu bilgi bir an çok görkemli göründü gözüme. Muhtemelen yarın okuduğumda saçma gelecek. Olsun.
* Dünyada, gelmiş geçmiş en sevdiğim grafik buluş sanırım hep aynı kalacak: Orak-çekiç. Sırf bunun için bile “hayalci” olunur. Ben olurum en azından.
* Uzundur konuşmadığım biriyle telefonda konuştum bugün. İktidarı destekleyen biri. Beni sever, biliyorum. “Ben de ideal dünya isterdim, ama işte kapitalizm” gibi bir şey söyledi. O sırada bakkaldan balıklar için mısır unu alıyordum. “Hıhım” gibi bir ses çıkardım. Bozukluk üstü verdi bakkal. Çıktım, bazı cümleler hiç değişmiyor dedim kendi kendime. Sadece kılık değiştiriyorlar. Dünyanın geriye kalanının uzlaştığı nadirattandır solculuğun romantik bir şey olduğu. Uzağa gidiniz, mektup atmasanız da olur.
* Çok işim var. bu cümleyi kaç ayrı şekilde ve kaç ayrı tonlamayla kurdum acaba? Demiş miydim; işim var çok. Kahveler geldiler. Terziler de gelirler.
* 2016’nın başının nasıl yaşandığına 2046’dan bakıldığında sosyal bilimciler ne diyecek diye düşünelim: “Çok komik şeyler yaşanmış ama kimse gülememiş.” Şaka kumbarası.
* Barış Bıçakçı’nın Seyrek Yağmur’unu okudum hızlıca. “Bıçakçı sıkı, kitap seyrek” diye kelime oyunu yapasım var. Rıfat gibi.
* “Dilop” kelimesi yok Türkçede. Tavanın akması, daha doğrusu o akan damlanın adı. Bugün ofis “dilop” yaptı, karın kalkmasını beklemek icap edecekmiş. Burhan Berken’in “Dilop dilop”unu açtım ben de.
* Irlamak, yırlamak diye bir fiil var. Şarkı söylemek manasına geliyor eski Türkçede. Şiire girsin diye yaratılmış gibi geliyor kimi kelimeler. Bu da öyle. Bir de diyalog deneyelim:
-    Dün akşam ne yaptınız öyle?
-    Irladık durduk, ne yapacağız başka?
* “Bugün ağam soğuk sudan bakıyor” diye bir türkü var deniyor, hepsi de aynı yere referans veriyor. Cemal Süreya’nın günlüğünde geçiyor, Dağlarca için. Ama böyle bir türkü var mı? Hiç kimse araştırma zahmetine girişmemiş. Söz etkili ama türkü yok. En azından ben göremedim.
* Hava çok soğuk demiş miydim? Agos’un önünde tanıdık yüzler. Ayağım çok üşüyor. Selamlaşmalar, nasılsın’lar, nasıl olayım ki’ler, bu sene biraz tenha mı’lar, sizin oradan haber var mı’lar... Derken saat geliyor. Hrant’ın sesinden “su çatlağını buldu” konuşması. Birçok insanın yumruğu havada. Üzgünlük neredeyse somutlaştı işte şimdi. O ses varken. Kar gibi somut. Çok üşündü bu 19 Ocak. Sessizce dağıldık sonra. Çok soğuktu hava. Ses, kar gibiydi pencerelerde.
* Dünyada üç adım var. İlk adımı atmışım gibi geliyor bazen. Kaldı iki, diyorum kendi kendime o anlarda.
* “Nazar ile kusurunun halına/ Muhabbet yolları düştü falına/ Ne kadar meyledersen dünya malına/ En son nasibimiz ölümdür ölüm”.
* Ölen ölüyor. Biz kalmışlığımızla kalıyoruz. Böyle.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa