Biz bu devleti hâlâ tanımıyoruz
Fotoğraf: Envato
Bu yazı yazılırken aylardır Cizre gerçeğiyle tek bağlantımız durumundaki Şırnak vekili Faysal Sarıyıldız feryat ediyordu yine: “Kırk sekiz saat oldu, haber alamıyoruz.” Gece gündüz çırpınan Sarıyıldız’a “artık çıldıracağım” dedirten kaskatı bir gerçekti Cizre’deki. Bir yanında Kürtlerin devletle imtihanıydı süren, bir yanında ise herkesin, hepimizin insanlıkla imtihanı... Cizre’nin tanklarla kuşatılmış Cudi Mahallesinde artık yarısı yıkılmış bir bodrum katında ölüleriyle birlikte dokuz gündür hayata tutunmaya çalışan, birçoğu yaralı, insanlar... En son Sultan’ın ölüm haberini vermişti Sarıyıldız. Yaralı sayısı on beş, ölü sayısı yediydi artık. Sonrası meçhul, sonrası karanlık... “Dişine kan bulaşmış kurtlarla” başbaşa şimdi oradakiler...
Önce bu adreste yaralılar var, hastaneye yetiştirilmeleri gerekiyor denildiğinde o bina sapasağlamdı. Ambulans yerine tanklar, zırhlılar gitti ve binanın üst katları yerle bir edildi. Sonra ölümler başladı ve Ankara’da hükümet yetkilileriyle görüşmeler yapılırken, ha bugün ha yarın mesajları verilirken, bodrumun önemli bir kısmı da ordaki ‘ölüm mahpusları’nın üzerine yıkıldı. Şimdi bir ‘mezar ev’de kuşattığı insanlar üzerinden gücünü, kudretini ve nasıl da yenilmez olduğunu ispatlamaya çalışan bir devlet aklıyla karşı karşıyayız. Başarıya aç olduğu için böyle imal zaferlerle yönetme kabiliyetini diri tutmaya çalışan ve en önemlisi de korkutmak dışında bir ‘iknâ’ yöntemi kalmamış bir devlet gerçeği...
Her defasında “bu kadar da olmaz” dediklerimiz üzerinden yanılmalarımız bu yüzden işte. Akıl ve sağduyu bekliyoruz ama “hadi işinize” diye tersleniyoruz hemencecik. Bu savaşın seçimler sonrası biteceğine ne çok inananımız vardı değil mi?.. Bitmedi, daha da ağırlaştırıldı. Kent kuşatmaları ilk başladığında “böyle sürdürülemez, birkaç gün içinde normale döner” diyen o iyimserliğe hiç mi yüz vermedik?.. Cizre’deki ilk sokak yasağı ‘seansı’ 8 gün sürdüğünde, “eh en son sınır bu kadarmış, fazlası olmaz herhalde” diyenlerimiz az mıydı sanki? Sadece Cizre’de 8 günde 21 kişi öldürülmüştü, şimdi ayları bulan kuşatmada yüzlerce kişinin öldürüldüğüyle övünülen resmi bültenler yayınlanmakta...
Bu zemheri soğuğunda ölümün ve dirimin biribirine karıştığı o bodrumda yaşanan trajediden ilk haberdâr olduğumuzda da işin bu noktaya geleceği kaçımızın aklına gelirdi? Sıkıntılı da olsa bu işin bir şekilde çözüleceğini ve bir iki gün içinde en azından yaralıların kurtarılabileceğini düşünenlerin sayısı az değildir herhalde. Maalesef ki öyle. Safız çünkü, hâlâ safız! Okuruz, yazarız, çizeriz, konuşuruz ama bu devleti yeterince tanımayız! Tanırız da, hafızamız nisyan ile malul, unuturuz ve şaşırırız her defasında! Kürtler sözkonusu olduğunda, devletin ‘zalimlik’ çıtasının bu denli eşik atlamasını aklımız almaz bir türlü. Roboskî ortadayken, Kobanê yaşanmışken... “Hele bi Leyla Zana Erdoğan’la görüşsün, ortam yumuşar” diye iç geçirebilen kahrolası iyimserlikler, salakça ‘rasyonaliteler’!..
Evet, “bu kadar da olmaz” dediklerimiz oldu ve o şaşırma duygusu yine de bırakmadı peşimizi. Normaldir, insanız zira ve şaşırmak da insana dairdir. Oysa devlet sevmez, acımaz. Dağda yenemediği Kürdü bir bodrumda kıstırmışken, kentleri o bodrumun üzerine yıkarak ezmek ister. Yılları bulan bir mücadele ve yaşam birikimi Kerbela’ya çevrilmiş orada “su heval su” diye inleyen Kürdün şahsında öldürülmek istenir. Hemen öldürmez, işkence eder. Kanırta kanırta öldürür. Damla damla akıtır kanını. Çırılçıplak bir çaresizlik ve yenilgi psikolojisi yaratmaktır amaç. “Bakın bütün dünyanın gözü önünde sizi diri diri o mezara gömüyorum ve hiç bir şey yapamıyorsunuz, yapamazsınız.” denmektedir. 30 yıldır kırda, dağda, Kobanê’de, en son da ‘7 Haziran’da birikmiş o malûm yenilgi psikolojisiyle ezik mi ezik devlet ruhunun böylesi “başarılara” da ihtiyacı var elbette!
Bu devleti tanımak için o bodrumda ölmek mi gerek, bilemeyiz. Ama şunu bilelim ki diri diri mezara gömülecek olan sadece oradaki insanlar değil. O evlatlarını da kaybeder Kürtler ama davaları sürer. Asıl kaybeden, varsa eğer, ‘bir arada yaşamak’ davasıdır. Göz göre göre, gün gün, saat saat, dakika dakika ve diri diri toprağa gömülen budur aslında.
- 1 Mayıs, 10 Not 05 Mayıs 2024 04:46
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16