03 Şubat 2016 00:52

İpotekli duygular, ipotekli ahlaki değerler

İpotekli duygular, ipotekli ahlaki değerler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu hafta yine tehlikeli bir iş yapıp geçen haftaki gibi Foucault’dan söz edeceğim. Bu seferki düşüncelerini görseniz, korkarsınız. Onu okumak ve anlamaya çalışmak bile canlı bomba olmak(!) gibi bir şey. Hani geçen hafta Chomsky ile söyleşisinden söz etmiştim ya: “Bizimki gibi bir toplumda gerçek siyasi görev hem tarafsız hem de tarafsızmış gibi görünen kurumların işleyişlerini eleştirmekmiş gibi geliyor bana; bu kurumları, her zaman gizliden gizliye bunlar üzerinden uygulanmış olan siyasi şiddetin maskesini düşürecek şekilde, bunlara karşı kavga verilebilsin diye eleştirmek ve bunlara saldırmaktır siyasi görev…” Gördüğünüz gibi, oldukça tehlikeli bir görüş. Bazı kurumlara saldırmaktan söz ediyor. Tabii burada kastettiği, sopayla-bıçakla-palayla-topla-tüfekle-tankla-canlı ya da cansız bombayla saldırmak değil… Kastettiği, durmaksızın eleştirmek ve tarafsız veya tarafsız gibi görünen kurumları tarafsızlık elbisesinden sıyırıp çırılçıplak bırakmak; “kral çıplak” demek…

Bu söyleşisinde Foucault siyasi iktidarın sanıldığından çok daha derinlere indiğini, görünmeyen ve pek fazla bilinmeyen destek noktaları olduğunu da söylüyor. Bu görünmeyen ve bilinmeyen destek noktalarının, siyasi iktidarın beklenmedik bir şekilde direnç ve katılık gösterme özelliğine sahip olduğunu belirtiyor. Foucault’ya göre, hükümetlerin ve devlet aygıtının arkasında egemen sınıfın, sermaye sınıfının olduğunu söylemek yetmiyor. Siyasi iktidarın tahakkümünün uygulandığı çeşitli yerler, biçimler, faaliyet noktaları var. Esas olarak bunları saptayıp ortaya çıkarmak gerek… Çünkü bunlar, ekonomik sömürünün aracı ve sömürüyü mümkün hale getiren koşullar. Dolayısıyla ekonomik sömürüyü ortadan kaldırmak, bu destek noktalarının farkına varmakla mümkün… Böyle diyor Foucault. Ne kadar tehlikeli görüşler, değil mi? Sonra da ekliyor: “Sınıf iktidarının bu destek noktalarını görmeyi başaramadığınızda, bunların devamına izin verme ve bu sınıf iktidarının görünüşte devrimci bir sürecin ardından bile kendini yeniden kurduğuna tanıklık etme riskine girersiniz.” Yani diyor ki, bu destek noktalarını gözden kaçırdığınızda, göremediğinizde, bunların farkına varamadığınızda, kafanızı devekuşu gibi kuma gömdüğünüzde, bilip de görmezden geldiğinizde, duyup da dinlemediğinizde, sırtınızı dönüp gittiğinizde, kılınızı kıpırdatmadığınızda, tepki göstermediğinizde, düşüncelerinizi ifade etmediğinizde, sınıf iktidarının devamına izin vermiş olursunuz. Hatta bir devrim veya esaslı bir düzen değişikliği gerçekleşmiş gibi göründüğünde bile, aslında iktidarda olanlar bir de bakmışsınız aynı zümreler, aynı sömürücü ilişkiler ağı, hatta neredeyse aynı kişiler, hadi bilemedin, onların, sanki farklıymış gibi görünen, konuşan ve davranan çocukları, torunları…

Bu destek noktaları sayesinde neler olmuştur da insanlar düzenin değiştiğini sanıp yanılmışlardır ve hâlâ farkında değillerdir? Osmanlı Devleti yıkılıp da cumhuriyet kurulduğunda, o güne kadar çeşitli savaşlarda kurban vermiş halk özgürleşememiştir mesela. Köylü efendi falan olmamıştır hiçbir zaman, çiftçinin durumu daha iyiye gitmemiştir, emekçilerin sömürülmesi sona ermemiştir. Kadına seçme-seçilme hakkı verildiğinde sömürülmesi, ezilmesi, tecavüz edilmesi, çocuk yaşta gelin edilmesi sona ermemiştir. Çocukların bir bayramının olması onların mutlu olduğunu göstermez ki çocuk işçilerin varlığı, onların eğitim sistemi içinde saçma sapan sınav ve tercih parmaklıklarının arkasına hapsedilmeleri, tecavüze uğramaları, bombalarla, füzelerle, mayınlarla çocukluklarına doyamadan ölmeleri çocukların güvende olmadığının başlıca göstergeleridir. Zenginle fakirin arasındaki fark da kapanmamıştır hiçbir zaman; daha da artmıştır; grevler, sendikalaşma hep engellenmiştir, işten çıkarılmayla tehdit edilmişlerdir emekçiler.
Bu destek noktalarıyla da mekanizmaları nasıl beslenir? Merhamet ve acıma duygusu, dini duygular ve ahlaki değerler bu besin maddelerinden bir kısmı sanki… Örneğin zenginle fakirin arasındaki uçurumun çok fazla olduğu toplumlarda ünlü ve zengin bir kişinin ölümü birdenbire zenginiyle fakiriyle herkesi üzebiliyor ve daha da ilginci zengin-fakir tartışmasının veya daha teknik olarak sınıf çatışmasının gereksiz ve boş olduğu düşüncesini hakim kılacak bir atmosferin yayılmasını sağlayabiliyor. Mustafa Koç’un ölümünde/vefatında olduğu gibi… Ölümünde / vefatında kelimelerinden ikisini birden yazdığımda hangisine daha çok takıldığınız veya birilerinin bu iki kelimeden hangisini tek başına kullanmayı tercih ettiği bile Foucault’nun sözünü ettiği destek noktalarının nasıl çalıştığı hakkında fikir verebilir.

Merhamet ve acıma duygusu, dini inanç, karizmatik davranışlar, çarpıcı ve birdenbire insanların yüzünde sıcak gülümsemeler bırakabilecek türden iyilikler, sempatik davranışlar, sanatsal etkinliklerin desteklenmesi… Ezilen sınıftan kişilerle anlık sıcak temaslar, bir yer sofrasında çömelip birlikte yemek yemek ya da yılbaşı gecesi kim bilir hangi tehditlerle mesai yaptırılmış maden işçileriyle devletin bakanının yılbaşı kutlaması yapması veya zengin ve nüfuzlu kişilerin halkın arasına karışıp(!) onlarla sohbet etmesi… Bunlar, hep Foucault’nun sözünü ettiği destek noktası haline gelebilecek durumlar, özellikler, vs…
Millet, ulus, vatandaşlık veya din kavramlarının kitleler üzerinde yarattığı duygular da bu destek noktalarından olabiliyor. Mesela sermaye sınıfından patronlar, fabrika/holding sahipleri aynı milletten, ulustan ya da vatandan olmalarına rağmen işçilerine yüksek ücret vermiyor ama bir ülke başka bir ülkeye savaş ilan ettiğinde ya da birilerini düşman olarak ilan edip onların üzerinde baskı kurduğunda aynı milletten, ulustan, vatandan olmak veya ortak değerler birdenbire önem kazanıveriyor. Bu ortak değerler çevresinde buluşmak gerekebiliyor. Buluşmayı reddedenler hain oluveriyor. Ülkenin verdiği paylaşım savaşından medet uman ve kendisine pay isteyen sermaye sınıfı da bu savaşı veya çatışmayı destekleyebiliyor.

Dünya savaşlarının paylaşım savaşı olduğu varsayımından hareketle… Yani dünyadaki zenginliklerin büyük güçler arasında paylaşılamaması nedeniyle bu savaşların çıktığını düşündüğünüzde… Bu ülkelerde oluşmuş olan siyasi ve ekonomik iktidarın ülke içinde de bir paylaşım mücadelesine girmediği düşünülebilir mi? Dolayısıyla Foucault’nun sözünü ettiği bu destek noktalarına daha ne kadar göz yumulabilir? Ya da daha ne kadar, bu destek noktalarından biri olarak yaşamaya devam edebiliriz, bütün o saflığımızla, körlüğümüzle, sağırlığımızla?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa