07 Şubat 2016 00:58

Haber nöbeti’nin ardından

Haber nöbeti’nin ardından

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gazetecilerin girişimiyle başlatılan ve her hafta bir grup gazetecinin sokağa çıkma yasaklarının olduğu bölgelere giderek meslektaşları ile dayanıştığı, birlikte haber yapıp olan biteni duyurmaya çalıştığı Haber Nöbeti’nin ilk ekibi döndü. Yeni ekip birkaç gün içinde yola çıkacak. Onlara özenmiyorum desem yalan olur. Çok güzel insanlar tanıdım, Diyarbakır’da harika gazetecilerle çalıştım ve çok şey öğrendim. Perşembeden bu yana size gözlemlerimi günlük olarak buradan aktarıyorum. Yine bildiğiniz üzere Cizre’deki sokağa çıkma yasağı ve 9 gündür haber alınamayan yaralılar nedeniyle bir grup gazeteci ile birlikte Mardin ve Nusaybin’e geçtik. Perşembe akşamı bir evin daha vurulduğu, 9 kişinin öldüğü 25 kişinin yaralandığı duyuruldu. Bu nedenle cuma günü yine Nusaybin’e, barış nöbeti tutan yaralıların aileleriyle görüşmeye gittik. Haber neredeyse oraya gitmek gerekti. Bu sefer artık hamlığını üzerinden atmış bir muhabir olarak hem Tigris Haber hem de JINHA Haber Ajansı ile birlikte çalışacaktım. Asıl derdim ise elbette haberde kendimi geliştirmek değil bölgede görev yapan gazetecilerin çalışma koşullarını yerinde gözlemlemekti. 

Nusaybin Mitanni Kültür Merkezinin bahçesi kalabalıktı. Önce “İzmir Barış İstiyor” önlükleri giyenleri görüp bir İzmirli hevesiyle yanlarına koştum. İzmir Barış Bloku temsilcileri 25 kişilik bir ekip olarak yolları kesile kesile Nusaybin’e ulaşmışlar. “Burada yaşananlar, barış talebi İzmir’den ne kadar duyuluyor?” diye sordum. İşleri zor ama çok çaba gösteriyorlarmış. Gelen ekip yaralıların aileleri ile Nusaybin’den Cizre’ye ulaşmaya çalışırken kalanlar da İzmir’de barış zinciri oluşturacakmış. Onları orada görmek iyi geldi.
Ardından JINHA’dan Zehra Doğan’la buluştuk. Beni yaralıların anneleriyle görüştürdü, yıllardır birlikte yaşamamıza rağmen acılarını ifade ettikleri dili, Kürtçeyi bilmediğimden bana çevirmenlik yaptı. Ailelerin tek derdi çocuklarına kavuşmak ve çok öfkeliler. Hükümete, kendilerinin sesini duyurmayan medyaya, seslerini duymayanlara… Talepleri yalnızca yaralı çocuklarını almak, sırtlarında taşımaya, hayatlarını riske atmaya razılar yeter ki bir insanlık koridoru açılsın, izin verilsin. Yaralı olduğu bilinen Mehmet Yavuzel’in annesi Hanım Yavuzel öfkeyle bağırırken birden gözlerinden yaşlar döküldü. Sonra hemen toparlayıp “Ağlamayacağım” dedi. Zehra ailelerle sürekli beraber,  kendilerini kurtarıcı gibi gördüklerini söyledi, iyi bir haber duymak için gözlerinin içine bakıyorlarmış. O da kendisini çaresiz ve bazen umut verici şeyler söylemek zorunda hissediyor.

Yalnızca anneler değil sokakta her insan öfkeli, at arabaları, el arabaları evlerini boşaltmak zorunda kalan insanların eşyalarını taşıyor. Herkes bu işin sonu nereye varacak diye soruyor, umutlu bir cevap bulan yok. Hendekler konusu öyle kilit bir noktaya gelmiş ki artık orada yaşayanlar için tartışma dışı. Başta çatışmaların şehir içlerine taşınmasına çok insan tepki göstermiş, bazıları göstermeye devam ediyor ancak operasyonlar, ölümler, mehter marşı dinletmeler, “Türk’ün gücünü göreceksiniz” yazıları sürdükçe artık kimsenin hendekleri eleştirecek durumu kalmamış. Halk olarak aşağılandıklarını düşünüyorlar. Bunun sonu ciddi bir kopuş hem de kimsenin öngörmek istemediği kadar acı biçimde. 

BÖLGEDE GAZETECİ OLMAK

Cuma günü Nusaybin’den Cizre’ye yürüneceği, girişin yeniden deneneceği duyuruldu. Başbakan Davutoğlu da o gün Mardin’de. Yeni sunacağı pakete dair değil ama, ‘Acaba Cizre’de yasak kalkar mı’ diye yüksek sesle dillendirilmeyen bir beklenti var. Konvoy yola çıkıyor. Tigris Haber Genel Yayın Yönetmeni ve AFP Foto Muhabiri İlyas Akengin’le birlikte biz de bir arabaya binip katılıyoruz. Eğer girişe izin verilmezse çok gaz yiyecekmişiz. İlyas beni sakinleştiriyor, onlar için o kadar rutin ki, bir kadın gazeteci çantama iki-üç paket şeker atıyor, gaza iyi geliyormuş. Denememiştim. Nusaybin’den çıktıktan bir iki kilometre sonra konvoy durduruluyor. Arabadan inip yürümeye başlıyoruz. Ardından birden her yer gaza boğuluyor. Anneler buna nasıl dayanıyor diye düşünürken Hanım Yavuzel’in gazdan değil onu orada bırakmadıklarından şikayet ettiğini hatırlıyorum. Her şeye rağmen Cizre’ye giden İpek Yolu’na oturup beklemeyi, askerlerin polislerin gözlerine bakmasını istiyor. 

Gaz Gezi’de yediklerimizden çok daha keskin. Devlet gaz atarken de vatandaşlarına eşit davranmıyor galiba. İlyas için durum çok olağan, ben daha korunaklı bir yerde kalıyorum, o makinesiyle tarlalara kaçanların peşinde. İnsanlar Suriye sınırına doğru koşuyor, tellerin ilerisi mayınlı bölge. İlyas çekimi bitirdikten sonra oradan ayrılıyor sakin bir yere geçip haberi yazmaya koyuluyoruz. Bir taraftan Cizre’de vurulduğu halde görüntü çekmeye devam eden, sonra hastane yerine kaymakamlığın önüne götürülüp darbedilen Refik Tekin’i düşünüyorum, bu yaşadığımız onun yanında ne ki… Zehra, haber için bazen kanalizasyonları kullandıklarını, rögar kapağının arkasından fotoğraf çektiklerini söylüyor. 
Asker ve polis için gazetecilerin de “terörist”ten farkı yok. Bu süreçte en merak ettiğim hükümete yakın medyada çalışanların neler yaşadığıydı. Birkaç gazeteciyle sohbet ettik. Her ne kadar kendilerine kızılsa da o bölgede yaşayan bir gazeteci olarak onların da işi kolay değil. Nöbetin ilk günü gazetecilerle dertleştiğimiz toplantıda biri “Ana akım medyada atılan manşetlerin bedelini buradaki yerel muhabirler ödüyor” demişti. Soruyorum, “Doğru” diyorlar. Örneğin ne taraftan olursa olsun ölenler için “şehit” ya da “terörist” gibi kelimeler kullanmıyorlarmış, sadece “Şurada bir kişi öldü” yazıyorlar. Ama haber editörler tarafından değiştiriliyor. “İki taraf arasında kaldık” diyor biri “Bu sebeple editörlere en azından ismimizi kullanmayın diyoruz. Bu sefer görev yaptığımız yeri yazıyorlar, yine bizim üzerimize kalıyor. Şiddet ayrım yapmıyor asker ve polis bizden de hoşlanmıyor. Hatta bize daha fazla tepki gösteriyorlar,  bazen şiddet görüyoruz. Ama yalnız bırakılıyoruz. Diğer muhalif arkadaşlara en azından sahip çıkanlar, ‘Geçmiş olsun’ diyenler var. Bize yok. Üç kuruş paraya çalışıyoruz” diye devam ediyor. Kutuplaşma yalnızca ulusal değil yerel medyada da çok yakıcı ve dayanışma orada da eksik. “Haber nöbetine geldiniz ama bizi görmüyorsunuz” diye sitem ediyorlar. Aslında herkes birbirini tanıyor, muhalif dediği arkadaşlar da hepsi değil ama bazıları için “İyi, dürüst insanlardır” diyor. Ama ne çare ortada onları da aşan çok ciddi bir çatışma var, bu şartlarda gazetecilik çok zor. 

Bölgede kadın gazeteci olmak çok daha zor. Erkek meslektaşlarından daha “zayıf” görüldükleri için daha kolay yıldırılabilecekleri düşünülüyor. Haber yaparken türlü cinsiyetçi tehditlerle, tacizlerle mücadele ediyorlar. JINHA mesela özel olarak sevilmiyor. Savcılık tutanaklarında “sözde haber ajansı” ya da “illegal haber ajansı” diye geçtiğini hatırlarsınız. JINHA muhabirlerinden Beritan Canözer 16 Aralık’ta haber yaparken “heyecanlı” olması nedeniyle gözaltına alınmış ardından sosyal medya paylaşımlarından dolayı tutuklanmıştı. Beritan bizim Röportaj Atölyesinden öğrencimiz, son buluşmamıza gözaltında olduğu için gelememişti. Hâlâ tutuklu. Son sözümü Beritan’a söylemek istiyorum: Beritan’cım Diyarbakır’a gittik, senin heyecanınla haber yaptık, hep seni konuştuk. Sana ulaşamadık. Umarım en kısa sürede bize katılırsın ve birlikte artık umutlu haberler yaparız. JINHA’nın panosunda yazdığı gibi bizler Beritan Canözer’in heyecanıyız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa