Avrupa'da sol ne yapıyor?
Geçen hafta bu köşede AB ve ABD’de neden ve nasıl sağ milliyetçi, ultramuhafazakar parti ve akımların yükseliş içinde olduğunu yazmıştık.
Peki; ABD ve AB’de sol ne durumda?
ABD’de, aslında “sosyal”i hiç olmayan “Demokratlar”ın biraz solunda yer alan başkan adayı Bernie Sanders’in yükselişi devam ediyor. Iowa’da Hillary Clinton’la başa baş götürdüğü ön seçimleri New Hampshire’de açık arayla kazandı. Bakalım, genç ABD’lilerin önemli bir bölümünün umut bağladığı yaşlı Senders, önce Clinton’u sonra karşısına çıkacak radikal-sağcı Cumhuriyetçi’yi alt edip ipi göğüsleyebilecek mi? Eğer göğüsleyebilirse, söylediklerinden ve yapacaklarından bağımsız olarak, bütün dünyada hava bir süre soldan esecek gibi görünüyor.
Peki Avrupa’da durum nasıl?
“Sağ popülist” hareketlerin yükselişinin yarattığı “karanlık tablo”ya tepki gösteren sol-liberal haftalık “Freitag” gazetesi bu hafta kapağına, 12 sarı yıldızlı mavi AB bayrağını kızıla çevirdi ve üzerine de “Das linke Europa” (Sol Avrupa) diye yazdı.
Herkesin sağdan konuştuğu bir dönemde solu hatırlatmak olumlu görünebilir, ancak bu gerçeği değiştirmeye yetmez.
“Freitag”ın “Sol Avrupa” için örnekleri de ilginç: Yunanistan’da Çipras Hükümeti, Fransa’da François Hollande’nin cumhurbaşkanlığı, İtalya’da Matteo Renzi’nin başbakanlığı, İspanya’da Podemos’un yükselişi, Portekiz’de “Sosyal Demokrat-Sol” koalisyonunun kurulması ve İngiltere İşçi Partisi başkanlığına Jeremy Corbyn’un seçilmesi.
Avrupa haritasına bakıldığında Akdeniz’e komşu ülkelerde “sol”un, Akdeniz’den uzaklaştıkça “sağ”ın kuvvetlendiği görülüyor.
“Freitag”ın ilham aldığı “sol”cuların çoğu neoliberal, AB’nin tehditlerine boyun eğen ya da bu tehditlerin parçası olan kesimler. Bu nedenle kendi çizgisine göre bir tablo yakıştırmış.
Bu tabloya uygun bir diğer en önemli çıkışı da bu hafta Yunanistan eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis yaptı. Berlin’deki “Volksbühne”de (Halk Sahnesi) düzenlenen basın toplantısıyla ilan edilen Avrupa Demokrasi Hareketi 25 (DiEM25), pek çok gazete tarafından “Avrupa solu” için yeni umut olarak gösterildi.
Almanya’daki Sol Parti başta olmak üzere değişik sosyal demokrat partiler, DiEM25’e destek veriyor.
Hareketin temel felsefesi ya da manifestosu, tekellerin çıkarlarına göre şekillendirilen AB’nin yıkılması değil demokratikleştirilmesi. Manifestoda sanki AB’nin tek sorunu “demokrasi eksikliği” gibi gösteriliyor. Bu da olursa her şey güllük gülistanlık!..
İlahi Varoufakis!
Neues Deutschland gazetesine verdiği uzun bir röportajda, AB’nin demokratikleştirilmesinden, AB Konseyi ve Avro Grubu toplantılarının internetten canlı yayınlanmasını, gizli belgelerin açıklanmasını anlıyor.
AB’ye karşı olmayan ama AB’nin demokratikleştirilmesini manifestosunun başına yazan Varoufakis ve onun gibi düşünenlerin yanıldığı en önemli nokta, Avrupa’daki tekellerin çıkarlarını korumak üzere kurulan ve buna göre hiyerarşisini oluşturan AB’nin gerçek karakterini görememeleridir. Ya da görmek istemiyorlar. Yani; sorun AB’nin demokratik olup olmamasından çok özüyle, kime hizmet ettiğiyle ilgili.
Aslında son bir kaç yıldır, başta Yunanistan olmak üzere değişik ülkelere ve emekçilere reva görülen politikalar bu özü yeterinde ortaya koydu.
Geniş kitleler de artık bunun farkında. Çünkü, mevcut AB emekçi sınıflara yarardan çok zarar getiriyor. Brüksel’de hazırlanan ve tek tek ülkelere dayatılan programların nasıl sonuçlara yol açtığı biliniyor.
AB’nin Yunanistan’ın boynuna nasıl da ağır bir boyunduruk bağladığını kısa bir süre de olsa yaşayarak gören Varouvakis’in “Avrupa solu”na yapacağı en büyük iyilik, kendi yaşadıklarından yola çıkarak, AB’nin ve karar verici ülkelerin Yunan halkına nasıl da acı ve pervasız politikalar dayatıldığını açık açık anlatmasıydı. Bunu yapma yerine, sözde tabandan AB’yi demokratikleştirme hareketi başlatması hiç bir anlam içermiyor. “Görünen köy kılavuz istemez” misali AB’nin demokratik olmadığını söylemekle yeni bir şey söylenmiş olunmuyor.
Bugün, Avrupa’da yükselen sağ hareketlerin önemli bir bölümünün hedefinde doğrudan AB var. Ancak, “Avrupa solu” halkların, emekçilerin değil, tekelci sermayenin çıkarlarını koruyan AB’ye açıktan karşı çıkmanın cesaretini kendisinde bir türlü göremiyor. Bunun elbette ideolojik nedenleri var. Ama bu gerçekle yüzleşmenin zamanı geldi, geçiyor.
Açıktır ki; “Avrupa solu” mevcut baskıcı AB’yi demokratikleştirmekten vazgeçip, açıktan karşı çıkmadıkça, yaşanan gelişmelere karşı enternasyonalistçe tutum almadıkça, “AB karşıtlığı” sağcıların işine yaramaya devam edecek.
Evrensel'i Takip Et