20 Şubat 2016

Kriz iletişimi ve anlatı kurma aracı olarak yayın yasağı

Salı akşamından beri kriz iletişimi nasıl yapılmaz, bir kez daha hep beraber gördük. Ankara’daki bombalı saldırı gibi tüm kamuoyunu ilgilendiren kriz anlarında, iletişimin çok temel ve işletmesi çok da zor olmayan kuralları var. Böyle zamanlarda netlik en temel ilkedir. Duyum aldık, lanetliyoruz, birlik olalım gibi cümlelerin sağlıklı kriz iletişiminde yeri olmadığı gibi, muğlak ve irrasyonel ifadeler sorumluluk almaktan kaçan yetkililerin varlığına işaret eder. Yetkililerden tek bir ismin, tutarlı bir sesle kamuoyuna bilgi vermesi bir diğer kural. Bu kişinin olayın en doğrudan muhatabı olması gerekir. Ankara saldırısında bu, İçişleri Bakanı olsa iyi olurdu. Yine verilen bilgilerde maddi hata yapmamak elzem. Kan ihtiyacı var mı yok mu; kamuoyu bu muğlaklığı yaşamak durumunda değil. Ne de yarım saatte bir değişen, neredeyse kademeli duyurulan ölü sayısındaki belirsizliği... Basiretsizlik olarak da değerlendirilebilecek bu eksiklikler bulanık bir iletişim iklimi yaratmakta. Yayın yasağı ile birlikte düşününce, bu bulanıklığın aslında işlevi olan bir anlatı kurma aracı olduğunu görüyoruz.

Alıştığımız üzere, bombalı saldırı hakkında yayın yasağı haberini çok hızlı aldık. Pek çok insan yayın yasağını patlamanın kendisinden önce duydu. Sadece görüntü geçmeyi kapsıyor olsa da bu yasak pratikte daha kapsamlı bir hal aldı. Örneğin Ahmet Hakan, Gazeteci İsmail Saymaz’ı yasağı ihlal etmiyor olmasına rağmen yasak bahanesiyle, ‘Yukardan beni uyarıyorlar’ diyerek canlı yayında susturuyordu. Zira, Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik ‘Başta medyamız olmak üzere terörün dehşetini yaymasına engel olmalıyız’ diye açıklamada bulunmuştu. Detaylara girmek, sorgulamak terörün dehşetini yaymak olacaktı. Patlamadan önceki günlerde hükümet yanlısı medyada yapılan haberlere bakınca, soruşturmaya bile gerek olmadan saldırının atfedileceği ve Cumhurbaşkanının deyişiyle misilleme yapılacak örgüt ‘Ben buradayım’ diyordu.

Lanetler, duyumlar, kınamalar; alanı fiiliyatta genişleyen ve derinlemesine tartışmaların önünde set olan yayın yasağı; muğlak ve genel geçer açıklamalar, iktidarın ve iktidar organlarının kendi anlatısını kendi bildiği gibi kurmasının ve dolaşıma sokmasının zeminini yaratıyor. Saldırının ertesi günü Başbakan Davutoğlu ‘Terörist Amude doğumluymuş, o halde YPG yaptı’ deyince buradaki mantık sıçraması sorgulanmıyor bile. Bu anlatıda, iki bin cihatçının Türkiye’den Azez’e geçmesi, Cizre’de tanınmayacak haldeki cenazelerinin peşindeki perişan aileler, Sur’da bodrumlara sığınmış insanların korkunç bekleyişine dair sorular sormak, bağlantılar kurmak ‘terörün dehşetini’ yaymaya yarayacak tali detaylara takılmak oluyor.

BİR ÇEŞİT KJ OPERATÖRÜ?
CHP milletvekili Deniz Baykal geçtiğimiz günlerde Tarafsız Bölge programına konuk oldu. Baykal Suriye ve Azez’deki gelişmeler, YPG’nin ilerleyişi ve Türkiye’nin müdahalesi hakkında fikirlerini keskin bir biçimde beyan etti. Bu keskinlik Baykal’ın derin bilgisinden kaynaklanıyor gibi görünmüyordu. Örneğin Halep’in bir Sünni kenti olduğu ifadesi mezhepçi bir söylem olmanın yanı sıra, doğru da değil. Programda gazeteciler soru sorar gibi yapıyor, Baykal konuşuyor; Ahmet Hakan bazı sözlerini vurguluyor ve bu sözler anında ekrandaki KJ bandına yansıyordu: ‘Türkiye’nin Azez-Halep hattını açık tutmak için müdahalesi doğru’ ya da ‘Dünya, Türkiye’nin müdahalesini haklı buluyor, anlayışla karşılıyor.’ O akşam CNN Türk’ün KJ operatörünün hızı ve konsantrasyonu göz dolduruyordu. Operatör, sözün uçmasına engel oluyor, Baykal’ın vurgularına harflerle vücut veriyordu.

Baykal’ın Tarafsız Bölge ziyaretinin bağlamını ilerleyen günlerde biraz daha iyi anladık. Perşembe günü Ahmet Hakan ‘Şöyle Bir Milli Muhalefet Olsa, İktidar Yandım Allah Der’ diye bir yazı yazdı. Milli bir muhalefet olsa, mesela  uluslararası arenada Türkiye’ye yapılan haksızlıklara karşı koyar, Türkiye zor duruma düştükçe bundan zevk almaz, örtbas edermiş. Böyle olursa iktidar yandım Allah dermiş.

Yazıyla aynı gün AKP Milletvekili Şamil Tayyar Meclis kürsüsünde CHP Milletvekili Eren Erdem’e ‘hadsiz, densiz’ diye yükleniyordu. Erdem’in sosyal medyada Ankara’daki bombalı saldırıyı IŞİD gerçekleştirdi demesine çok sinirlenen Tayyar arbedelerden sonra yeniden kürsüye çıktığında şu sözleri sarf etti: ‘Türkiye’nin her yerinin kan gölüne çevrilmek istendiği bu dönemde keşke yerli ve milli bir ismi buraya çıkarsaydınız, daha iyi olurdu.’

Bir takım ajandalara yazıları ve programları ile vücut veren, hem sözün uçmasına engel olan hem de siyasetin gerçeklik kurma kapasitesine destek olan Ahmet Hakan’ın bir çeşit KJ operatörü olduğunu söylersek hakkını vermiş olur muyuz?

Evrensel'i Takip Et