24 Şubat 2016 00:56

Yeni bir sayfaya kadar kıyamet

Yeni bir sayfaya kadar kıyamet

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye, Kürt sorunuyla ilgili en zor ve en sancılı geçilecek kavşaklardan birinde bulunuyor şu anda.
Devletin Cizre’de gerçekleştirdiği kırım, iktidarın denetimi altındaki medya organları aracılığıyla ‘başarılı bir terörle mücadele’ pratiği olarak meşrulaştırılmaya çalışılırken, bu kırımın Kürtlerdeki sonuçlarının, isyancı eğilimleri kırılarak dize getirilmeleri biçiminde olacağı umuluyor. Bu etki yaratılmaya çalışılıyor.
Ancak Ankara’da devletin kalbinde gerçekleştirilen bombalı saldırı ve sonrasındaki gelişmeler, yapılan açıklamalar, duyumlarımız bunun hiç de böyle olmayacağını gösteriyor.
Ankara’daki bombalı saldırıyı gerçekleştirenin Başbakan Davutoğlu’nun açıkladığı Salih Neccar değil, TAK’ın açıkladığı Abdulbaki Sömer olduğu DNA testi ile de kesinleşti. Bu artık, YPG’nin yapmadığını, TAK’ın da yaptığını açıklamaya çalıştığı saldırı ile ilgili son noktayı koyan bir gelişmeydi. Buna rağmen, Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, önceki gün Beştepe’deki kabine toplantısının ardından, Ankara’daki bombalı saldırıyı gerçekleştirenin ismi açıklanan Salih Neccar değil TAK’ın açıkladığı gibi Abdulbaki Sömer olduğunun DNA sonuçlarıyla kesinleşmesi konusunda, “İsminin başka olması meselenin gerçeğini değiştirmez” dedi. Kurtulmuş yine olayı PYD’ye bağlama yönündeki fantastik iktidar yaklaşımını sürdürdü.
Başbakan Davutoğlu da dün partisinin grup toplantısında, “Ortada su götürmez bir gerçek var. Bu olay PKK-YPG iş birliği ile planlanmış ve gerçekleştirilmiştir” diye konuştu.
Ama bu kurgusal yaklaşımın basit bir inadı aşan temelleri olduğunu görmek gerekiyor. Aksi durumda, meselenin sadece görünen yanları etrafında bir anlama çabasına girişilmesi, kişilerin ruhsal durumlarının sorunların temelini oluşturduğu tezlere kadar gidiyor. Hitler gerçeğini, onu bir ‘deli’ olarak nitelendirerek açıklamak, ekonomik sosyal ve tarihsel bağlamların tümünü birden ıskalamak anlamına geliyorsa, şu an Kürt sorunuyla ilgili yaşanan gerçekliği de böyle anlamaya çalışmak yine çok temel belirleyenleri ıskalamak anlamına gelecektir, geliyor.

İTİBARSIZLAŞTIRMA SOPASI
İktidar bu propagandası ile zaten kendisine inanmayacak olanları ikna edemeyeceğini biliyor, daha çok kendisine destek verenleri kendi politikasının sürekli arkasında tutmaya çalışırken, PYD ve YPG üzerinde de ‘itibarsızlaştırma’ sopasını sallamayı sürdürmek istiyor. Söylediklerinin gerçekler ile örtüşüp örtüşmeyeceği gibi kaygılar ise, bu politik konumlanışın önemsizleştirdiği bir naif kaygı haline geliyor.
‘Çözüm süreci’nin buzdolabına kaldırılmış olmasının arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrına ek olarak, onunla birlikte devletin, Kürt tarafının kazandığı yeni pozisyonu tolere edemeyeceğini saptamış ve buna göre politika üretmeyi seçmiş olması var.
Türkiye’nin sınırında, Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinin PYD/YPG öncülüğündeki mücadele ile Kürtlerin denetimine geçmesi, Türkiye devleti açısından bir kabus olarak algılandı. ABD, Avrupa ve Rusya’nın Rojava’daki aktörleri meşru sosyal güçler olarak tanımlaması, buna karşı Türkiye’yi bu gerçeği tanımaya zorlaması ve sahanın dışında tutması çileden çıkarıcı bir etki yaptı. Sınırın ötesinde YPG’nin denetimindeki mevzilere yönelik top atışı bu yeni statükoya tepkinin bir sonucuydu. Bu yeni statüko ile Türkiye’nin sadece Suriye’de destek verdiği cihatçı güçlerle bağı koparılmıyor, devlet, bir asırdır inkar, imha ve denetime dayalı bir hukuk tutturduğu Kürt gerçeği ile çok daha farklı bir düzlemde yüzleşmeye zorlanıyordu. Asıl sarsıntı bu noktada yaşanıyor.

KARTAL: BU BİR FİNAL DÖNEMİ
Geçtiğimiz cuma günü Brüksel’de görüştüğüm Kongra-Gel Eş Başkanı Remzi Kartal ile sohbetimiz sırasında, Kürt sorununun bulunduğu bu kavşaktan sonra bizi nelerin beklediği konusunda Kürt tarafının düşüncelerini anlamaya çalıştım. Kartal ile yaptığım röportaj bir iki gün içinde yayımlanacak. Ancak bu yazı kapsamında bazı noktaları paylaşmak yararlı olabilir. Kürt sorununda bugüne nasıl gelindiğini uzun uzun konuştuktan sonra, buradan nasıl çıkılacağını sorduğum Kartal, “Devlet de, Kürt tarafı olarak biz de bir final dönemindeyiz” dedi. Bu ağır dönemin ardından, çözüme dair yeni bir sayfanın açılabileceğine inancını belirtti. Ancak bunun çetin bir mücadele ile kazanılabilecek olduğunun da altını çizdi.

ROJAVA-CİZRE HATTI
Devletin PYD ve YPG politikası ile Cizre politikası, Sur politikası, Nusaybin politikası birbirine bağlı durumda.
Devlet Kürt hareketini, kazandığı bu bölgesel rol ve uluslararası meşruiyet zeminini zayıflatmadan muhatap almamakta bugün için ısrar ediyor. Elbette tek tek politikacıların tercihleri burada önemli bir yer tutuyor ancak, sonuçta bu bir devlet politikası olarak işliyor.
Kürt hareketi de bu gerçeği tüm kurumlarıyla ve tabanıyla görüyor.
Cizre’de, Nusaybin’de, Sur’da direnenler de, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne dair statü talebi ile Rojava gerçeğinin kopmaz bir biçimde birbirine bağlı olduğunu biliyorlar.
Tam da bu noktada, devlet Cizre’deki kırımı sivilleri hedef almayan ‘terörle mücadele’ amaçlı bir operasyon olarak sunarken, orada evlatlarını yitiren Kürtler açısından ise bu asla unutulamayacak büyük bir acı olarak tarihlerine yazılıyor.
Kürt siyasi hareketi, bugüne kadar TAK’ın eylemlerini açıktan sahiplenmezken ve bazen de yaptığı açıklamalar ile arasına mesafe koyarken, Cizre’deki katliama bir yanıt olarak gerçekleştirildiği açıklanan Ankara saldırısı konusunda aynı mesafeyi koymuyorsa, bu da içinde bulunduğumuz dönemin bir özelliğidir.
TAK, eylemlerinin süreciğini açıkladı. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık da, devletin operasyonları karşısında sessiz kalınmayacağını net bir biçimde ifade eden açıklamalar yaptı. Yapılan açıklamaları, gelişmelerin seyrini ve kimi duyumları, yorumları alt alta koyduğunuzda ortaya çıkan tablo şudur: Çözümün silahsız imkanlarını konuşacağımız yeni bir sayfa açılana kadar bizi bekleyen süreç, alametlerini bir süredir yaşadığımız bir tür kıyamettir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa