26 Şubat 2016

Dış politika ve ‘ekonomik istikrar’

2000’li yılların başında ABD’nin Ortadoğu’yu piyasa değerleriyle barışık “ılımlı İslam”a dayalı rejimler yoluyla yeniden şekillendirme çabasının en önemli ürünüydü AKP. Müslüman ülkelerin önüne AKP Türkiyesi model ülke olarak sunulmaktaydı.  Latin Amerika’nın giderek ABD’den uzaklaştığı bir dönemde Ortadoğu coğrafyasında Amerikan hegemonyasının kalıcı bir şekilde tesisi için Suudi Arabistan rejimine oranla vitrini çok daha sağlam bir model olduğu kuşku götürmeyecek bir gerçeklikti. Demokratikleşme, sivilleşme, Alevi açılımı, Kürt açılımı, Roman açılımı gibi telaffuz edilen her yönelim içeride karşılık bulsun, bulmasın uluslararası kamuoyundan büyük destek gördü. 

AKP’nin siyasi hayatı ekonomik açıdan da uluslararası konjonktürün kendisine büyük avantajlar sunduğu bir dönemde başladı ve sürdü. 2001 krizi sonrasında ABD’nin yöneldiği ucuz dolar politikası “gelişmekte” olan ülkelere dönük yabancı sermaye girişlerini benzeri görülmemiş bir hacme kavuşturdu. Batı emperyalizminin bölgedeki en önemli karakollarından biri olarak görülen Türkiye de bu sermaye girişlerinden fazlasıyla nasibini aldı. Babacan’ın şahsında karşılık bulan uluslararası sermayeyle aynı dili konuşan, uyumlu ekonomi yönetimi de kuşkusuz sıcak paranın yönünü Türkiye’ye çevirmesine katkı sağladı. ABD’de 2005 yılından itibaren yükseliş eğilimine giren faizlerin 2008 krizinin ardından bu kez tarihsel olarak en düşük seviyeye çekilmesi sıcak para girişleriyle fonlanan bu hormonlu ekonomik yapının devamını olanaklı kılarken, AKP’nin ülkedeki siyasi hegemonyasını sağlamlaştırmasında da büyük rol oynadı. İçeride parti devletinin tesisine dönük bir hamle başlatılırken, dışarıda Ortadoğu’daki kargaşadan da faydalanarak bir bölgesel hegemonya yaratma çabasına girişildi. İşte bu noktada ABD başta olmak üzere AKP rejiminin Batılı müttefikleri ile ilişkileri çatırdamaya başladı. 

Bugün gelinen noktada AKP’nin ortaya attığı siyasi açılımların esamesi dahi okunmuyor. Kürt açılımının yerini Toledo açılımı aldı. Aleviler dünden çok daha güvensiz. Romanlar ise seçimden seçime hatırlanıyor. Dış politikada ise nereden bakarsanız bakın apaçık bir başarısızlık söz konusu.  Bu denli ilkesiz ve pragmatik bir iktidar anlayışının böylesi yalnızlaşması ancak bu şekilde açıklanır. Değerli yalnızlık Küba’da olur. Türkiye’nin yaşadığı olsa olsa “Dimyat’a pirince giderken elden bulgurdan olmak şeklinde” nitelendirilebilir.  

Elbette dış siyasette yaşanan bu izolasyonun ekonomide de bir karşılığı olacak. İhracatta ve turizmde yaşanan daralma bunun ilk aşaması. Avrupa’daki durgunluk, Çin’deki yavaşlama gibi küresel ekonomiye dönük kaygılar Fed’in önümüzdeki dönemde faiz artırımı konusunda daha temkinli davranmasına yol açacaktır. Bu da dolar bolluğu döneminin bir süre daha devam etmesi anlamına gelecektir. Ne var ki, içeride ve dışarıdaki siyasi gelişmeler ülkeye dönük sermaye girişlerini sınırlandıracak gibi görünüyor.  Her ne kadar halen uluslararası kuruluşların raporlarında altı çizilmese dahi bölgesel istikrarsızlık bugün Türk lirasına dönük güvensizliğin başlıca unsurlarından biri haline gelmiştir. Dünyada deflasyonist bir eğilimin hakim olduğu, emtia fiyatlarının bu denli gerilediği bir dönemde Türkiye’nin çift haneli enflasyonla mücadelesi bunun yansımasıdır.  Siyasi iktidar eliyle pompalanan iç siyasetteki gerilimin ve dış siyasetteki yalnızlığın “önce ekonomik istikrar” diyen seçmeni üzecek sonuçlara gebe olduğunu şimdiden kolaylıkla söyleyebiliriz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et