28 Şubat 2016

Odisseus ülkesine dönerken

Yunanistanlı kral Odisseus; Troya savaşları sonrasında, yirmi yıldır ayrı kaldığı ülkesine dönerken, denizler tanrısı eli yabalı Poseydon, onun bütün gemilerini, savaş yoldaşlarıyla birlikte batırdı. Ve kendisi, tek başına da olsa, savaş nedir bilmeyen Fayakların adasına rasgele sığınabildi... Ve Fayakların prensesi güzel Nausikaa, onu saraylarına buyur etti.
Odisseus, büyük bir konukseverlikle buyur edildiği sarayda, oranın kralı Alkinoos ve ailesine ve de yöneticilerine, dinlene dinlene anlatıyordu savaşın yağdırdığı o dile gelmez kırımları...

İNSAN İNSANIN NASIL KÖLESİ OLABİLİRDİ?

Onu dinleyen Fayaklarn yöneticileri de, Odisseus’un sözünü ettiği acı deneyimlerini can kulağıyla dinliyorlardı... Savaş sonunda devşirilen insanların bir mal gibi alınıp satılması, kısacası insanın insana köle olması ne menem şeydi?... Bu bir masal mı, yoksa bir gerçek miydi? Özellikle bunu anlamak istiyorlardı...
Odisseus, Trya’da yaşadığı bu serüvenleri bir süre  daha dillendirdikten sonra, birden sustu. Bunun üzerine onu can kulağıyla dinleyenler de öylece sessizleşiverdi... Ortalığı bir büyü sarmış gibiydi. Ve neden sonra Fayakların ulu gönüllü kralı Alkinoos ayağa kalkıp Odisseus’a övgüler yağdırmaya başladı.”Halkımızın birikimlerinden birazını da sevgili konuğumuza sunmak istiyruz,” dedi konuşmasının sonuna doğru. “O yüzden armağanları sandıklara yerleştirdik... İşlenmiş altın, giysiler, kumaşlar, çeşitli yiyecekler.... Gene konuğumuzu ülekesine ve halkına sağ-salim kavuşturacak tam donanımlı ve tanrıların öfkelenip savurdukları rüzgarlara dayanıklı bir gemi hazırladık....Şimdi hepimiz dağılalım ve yarın sabah sahilde toplanıp konuğumuzu ağırlayalım; akşama doğru da onu yolcu edelim...” Bu sözlerini alkışlarla karşıladı onu dinleyen yöneticiler. Sonra da herkes uyumak üzere evlerine dağıldı.

SABAH MEYDANDA TOPLANDI HALK...

Ertesi sabah şafak tanrıçası güzel Eos; gene her gün oduğu gibi yeri göğü mavi, yeşil ve safran sarısına boyarken, Fayak yöneticileri ve halkın ileri gelenleri, konukları Odisseus’u o gün akşam alıp götürecek gemiye yakın meydanda toplanmaya başladılar... Kral Alkinoos, kraliçe Arete ve güzel kızları Naussikaa da haliyle oradaydı... Zaten prenses Naussika, ilk gördüğünden beri büyük bir yakınlık duyuyordu Odisseus’a ve onun o gün ayrılacağını düşündükçe de, içine kapkara, büyük bir hüzün dalgası sarıyordu...
Gerçekten de kararlaştırıldığı gibi, bütün gün şölenler düzenlendi Odisseus onuruna. Onun adına geleneksel amağanlar sunuldu tanrılara. Günbatımına doğru da Odisseus, kendisine bunca yakınlık gösteren ve içi çok anlamlı armağanlarla dolu özel bir gemi hazırlatan halka ve yöneticilerine ne diyeceğini bilemiyordu. Üstelik en değerli armağan da, Fayaklar halkının barış yüklü dostluğu ve o dile gelmez kardeşlik duygularıydı.Oysa yirmi yıldır savaştığı Troya’dan, ona yalnızca savaşın o dile gelmez ve hiç silinmeyecek acıları kalmıştı.

GÜZEL NAUSİKAA’YI DA UNUTAMAYACAKTI HİÇ!

Halka ve yöneticilere dilinden dökülebilen birkaç sözcükle teşekkür etti Odisseus ve kendisine yaşlı gözlerle bakan prenses Naussikaa’ya gözü ilişince de, daha fazla konuşamadı... Ve Odisseus’un son sözü; “İnsanlaşmış insanlara ne diyeceğimi bilemiyorum,” oldu. Tayfalar, onu büyük bir özenle kolundan tutup gemiye götürdüler. Odisseus bir süre gemiyi gözden geçirdi. Bu güzel gemi; kanlı mal ve ziynetlerle, devşirilen gözü yaşlı kölelerle değil; Fayaklar halkının ona gönülden sunduğu barış ve sevgi armağanlarıyla, onu sağsalim ailesine ve halkına ulaştıracak yardımcılarla yüklüydü...
Birden geçmiş yıllarından bazı sahneler üşüşmeye başladı yorgun Odisseus’un yüreğine. Tam yirmi yıl olmuştu güzel karısı Penelopeya’dan, oğlu Telemahos’tan ve de çok sevdiği halkından ayrılalı.... Karısı ne yapıyordu acaba onsuz? Belki de kocası öldü diye bir sürü asalak, onunla evlenmek için kuyruğa girmiş de olabilirdi!.. Dile gelmez bir hüzünle yüreği burkuldu hemen. Zaten bu düşünceyle yatıp kalkmıştı yıllardır...
Gerçekten de Odisseus; kral olmasına karşın zorla katılmıştı bu ilençli savaşa... Hatta savaşa katılması için Başkral Agamemnon’un gönderdiği elçilere, delirmiş biri gibi davranmıştı. Tarlasını sürmüş, tuz ekmişti!.. O sırada daha bebek olan oğlunu elçiler, çift süren öküzlerin önüne koymuşlardı onu denemek için. Odisseus da hemen çocuğunu kapıp kucağına almıştı!.. Haliyle elçiler onun deli numarası yaptığını hemen anlamışlardı... İşte böylece savaşa katılmak zorunda kalan Odisseus, neler neler görmüştü savaş sırasında! Ne için savaştıklarını bile blimeyen nice delikanlılar, habire yıkılıp yıkılıp gitmişlerdi...

GÜZEL HELENA BİR GÜNAH KEÇİSİYDİ!

Askerlerin hepsi de, sözde Troya’ya kaçırılan güzel Helena’nın namusunu temizlemek için savaştıklarını sanıyorlardı... Tıpkı binyıllar süresince bütün halkların da öyle sanacağı gibi...
Odisseus; gemi kalktıktan sonra bütün bunları gözlerinin önünden geçirirken, o inanılmaz savaş yorgunluğu içinde uyuyakaldı. Hani ölüme yakın denen bir uykuydu bu... Gemi de şahlanmış bir at gibi, önündeki denizi köpük dumanlarına dönüştürüyordu durmadan... Ve Odisseus uyanmasın diye de, hiç sallanmıyordu...
Sabaha doğru şafak tanrıçası Eos; gene erkenden uyanıp yeri göğü maviye, yeşile, safran sarısına boyadı. Aynı sıralarda da o güzel gemi, ülkesi İtake adası yakınlarına usulca ulaştırdı Odisseus’u...
***

(*) Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitaplarımı öneriyorum:

-AKDENİZLİ TANRILAR (Evrensel Yayınları, 2. baskı).

-AKDENİZ MİTOLOGYASNDAN EFSANELER (Evrensel Yayınları).

Evrensel'i Takip Et