İnkar et ve aksat operasyonları
Fotoğraf: Envato
Geçtiğimiz hafta eski CIA Ajanı Barry Eisler Democracy Now’a konuk oldu ve hem Amerikan hükümetinin gazetecilere bakışını hem de izleme politikalarının geldiği boyutu anlattı. Eisler “The God’s Eye View” (Tanrının Gözünden Bakış) adlı kurgu bir kitap yazdığını duyurdu, kitaba ilham olan Edward Snowden’ın 2013 yılında tüm dünyayı sarsan NSA’in (Ulusal Güvenlik Ajansı) küresel izleme programına ilişkin sızıntıları. Kitaba adını veren The God’s Eye ise geniş kapsamlı bir izleme programının adı. Kitap bir kurgu ancak Eisler kitabın sonunda 18 sayfalık bir kaynakça hazırladığını ve okuyucuların o kaynakçayı incelediklerinde her şeyin gerçek olduğunu ve bahsettiği programın uygulanabilir olduğunu anlayacaklarını söylüyor. Verdiği örnekler tüylerinizi diken diken edecek ölçüde, evinizdeki güvenlik için kurulan kameralar, televizyonlar da dahil olmak üzere tüm elektronik aletler izleme/dinleme aracına dönüştürülebiliyor ya da kalp piliniz uzaktan müdahale ile durdurulabiliyor.
Eisler’ın programda üzerinde durduğu bir başka konu da gazetecilere karşı yürütülen operasyonlar. Pek çok gizli operasyona katıldığını belirtirken “Bana hükümetin bir gazetecinin öldürülmesi emrini verdiğini duydun mu’ derseniz cevabım ‘hayır’ fakat biliyorum ki hükümet giderek artan ölçüde gazeteciliği terörizmle eşit görüyor” diyor. Ayrıca teröristler için kullanılan araçların ve uygulanan taktiklerin gazeteciler için de kullanıldığını belirtiyor. Bu taktikler içinde en ön plana çıkan “inkar et ve aksat operasyonları” (deny-and-disruptoperation). Eisler, Snowden belgelerini The Guardian gazetesinde yayımlayan Glen Greenwald’un partneri David Miranda’nın Londra’nın Heathrow havalimanında gözaltında alınmasının sebebinin elindeki kopyaları almak değil bir işaret vermek olduğuna dikkat çekiyor. Yine “teröristlere” uygulanan taktiklerden yola çıkarak pek çok gazetecinin telefonlarının onlara hissettirilerek dinlendiğini ya da izlendiğini söylüyor. Amaç iletişimlerini engellemek değil, yavaşlatmak ya da aksatmak, bir başka deyişle izleniyorsunuz mesajı vermek. Ancak biliniyor ki pek çok gazeteci zaten bunun farkında ve hassas konulara ilişkin haberleşmelerini telefonla yapmıyor, yüz yüze iletişimi ya da kuryeleri kullanıyor. Eisler’a göre Miranda’nın tutuklanmasının altında yatan mesaj tam olarak bu, gazetecilere kuryeleriniz de hatta partnerleriniz de güvende değil mesajı vermek.
Bütün bunlar Türkiye’deki gazeteciler için de çok bilindik aslında, geçmişte Mehmet Altan, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın sahte isimlerle dinlendikleri ortaya çıkmıştı, Mehmet Baransu kendisini izleyen MİT görevlilerini bizzat tespit emişti. Son bir yıldır gerek İnternet Kanunu gerekse MİT Kanunu’nda yapılan değişikliklerle dinleme/izleme faaliyetlerinin çok daha kolay yapıldığını düşünmemiz yersiz olmaz. Herkes telefonunun dinlendiğinin farkında. Hatta bu öyle boyutlarda ki bazı gazetecileri hatırını sormak için bile aradığınızda sağlıklı bir görüşme yapılamıyor. Özellikle Kürt sorunu hakkında yazan gazetecilere dinlenildikleri, izlenildikleri her fırsatta hissettiriliyor.
“O da bir şey mi biz yıllardır alıştık bunlara” diyenleriniz çıkabilir, haklısınız, bu ölçüde kıyaslamalar bizim için biraz naif kaçıyor. Bizde terörist olduğunu gizliden hissettirmenin ötesinde, yaptığı haber nedeniyle Cumhurbaşkanının “Bunu onun yanına bırakmam” demesinin ardından iki gazeteci 92 gün cezaevinde kalabiliyor. Var olan hukuksuzluk nihayet Anayasa Mahkemesi tarafından ortadan kaldırılıp tahliye edildiklerinde ise hükümet tarafından mahkeme kararını Snowden’ın durumuyla kıyaslayan yorumlar yapılıyor. Eisler örneğini biraz da bu yüzden seçtim, bilindiği üzere Snowden geçici sığınma altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Amerika’ya dönecek olsa hapse girecek ancak belgeleri yayımlayan hiçbir gazeteci tutuklanmış ya da ceza almış değil. Bir başka deyişle gazetecilik hükümetler tarafından belki terörizmle eş değer görülebiliyor ama kimse gazeteciyi açıktan “terörist” ilan etmeye, ceza vermeye cüret etmiyor. O durumda demokratik bir ülke olduğunu iddia edenlere gülerler çünkü.
Bu tarz operasyonlar Türkiye’de yalnızca gazetecilerle de sınırlı değil medya kuruluşlarına da uygulanıyor. İmc TV’nin yayını hukuksuz biçimde, RTÜK yok sayılarak, mahkeme kararı olmaksızın yalnızca bir savcılık talebiyle kesildi, ne tesadüf ki o sırada canlı yayında Can Dündar ve Erdem Gül vardı. Evrensel gazetesinin de içinde bulunduğu pek çok yayının ve kişilerin Twitter hesapları için engelleme kararı alındı. Teknolojinin geldiği bu aşamada yasaklayanlar da kimseyi susturamayacaklarının, bunun imkansız olduğunun farkındalar. Yapmaya çalıştıkları ellerinde bulunan sansür araçlarıyla muhalif sesleri kısmak, haber akışını aksatmak onlara “terörist” yaftası yapıştırmaya çalışmak.
DARISI TUTUKLU DİĞER GAZETECİLERİN BAŞINA
Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliye edilmeleri nedeniyle uzun zamandır yaşamadığımız bir sevinci paylaştık hep birlikte. Anayasa Mahkemesinin anayasanın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini tespit etmesi gazetecilikten tutuklandıklarının ve yargılandıklarının ispatı olmuş durumda. Bu karara bakılarak haklarındaki davanın da düşürüleceğini umuyoruz. Bir başka umudumuz ise AYM’nin Dündar ve Gül hakkında vermiş olduğu bu kararın diğer tutuklu gazeteciler için de bir emsal olması, tutuklu gazetecilerin tümünün bir an önce serbest bırakılması ve beraat etmesi.
Kişisel gözlemim Dündar ve Gül’ün tahliyesine sevinmekle beraber kararın emsal oluşturacağına ilişkin umudun hükümetin “terörist” kabul ettiği medya kuruluşlarında çalışan gazetecileri çok da heyecanlandırmadığı yönünde. Halen cezaevinde bulunan gazetecilerin çoğunluğu hep olduğu gibi Kürt medyasında çalışan gazeteciler. Aynı işi yapıyor olsalar da hukukun kendilerine aynı şekilde işlemediğini, batıdaki meslektaşlarıyla aynı şeyleri yazsalar bile kendilerinin tutuklanacağını ve de daha ağır cezalara maruz kalacaklarını biliyorlar. Tıpkı neredeyse her akşam Kürt sorunu üzerine tartışma programı yapan, darbedildiğinde özgür basının neferi olarak sunulan meslektaşlarının rüzgar döndüğünde “Gidin kendinizi patlatın” diyebileceğini bildikleri gibi.
Şimdi yeni bir mücadele başlıyor, hükümet kendimizi ifade edebildiğimiz kanalların sesini kısmaya kararlı. Dündar ve Gül katıldıkları programlarda ilk işlerinin Umut Nöbeti ve Haber Nöbeti’ne katılmak olacağını söylediler. Basın özgürlüğü üzerinde artan baskılar karşısında direnişin sesi de yükselecek, hep olduğu gibi.
Not: Eski CIA ajanı Barry Eisler’ın Democracy Now’daki söyleşisinin tamamını okumak / izlemek için http://www.democracynow.org/2016/2/25/former_cia_agent_says_edward_snowden
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50