01 Mart 2016 00:29

Kutuplar arası manyetik alan

Kutuplar arası manyetik alan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

19. yüzyılda büyük güç adı verilen devletlere modern uluslararası ilişkiler disiplininde  “kutup” adı verilir. Sistem kuramını alana uygulayan Kenneth Waltz’a göre kutup dünyadaki toplam maddi güç kapasitelerinden büyük bir pay alan devlet demektir. Waltz’a göre maddi güç kapasitesi şu unsurlardan oluşur: nüfus ve ülke büyüklüğü, kaynak donanımı, ekonomik kapasite, askeri güç, siyasi istikrar ve ehliyet. Bir kutup bu sayılan değişkenlerin hepsi açısından güçlü olmalı, yani bu unsurların dünya üzerindeki dağılımından büyük bir pay almalıdır. Bir değişkende güçlü, diğer değişkende güçsüz olan bir devlet bir kutup sayılamaz. Waltz’un kutup tarifi bugün disiplinde genel geçer kabul gören bir tanımdır. Bugünkü dünya düzeni için “tek-kutupluluktan çok-kutupluluğa geçiş dönemi” tespitini yapanlar öncelikle bu kutup tanımından yola çıktıklarını akılda tutmalıdır. Kutup kavramının tanımını unutup çok-kutupluluğa geçiş tespiti üzerinden kutup olmayı planlamak kuramsal tutarsızlığın ötesinde hayalperest bir hırsa delalet eder sadece.

Kutup kavramı İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden Soğuk Savaş yıllarında ortaya çıkmış ve uluslararası ilişkiler disiplinine daha “bilimsel” bir görüntü (içerik iddialı olur kanaatindeyim) kazandırmaya yönelik çabalar tarafından ortaya atılmıştır. Günümüz siyasetini o dönemin belirli siyasi tercihleri tarafından belirlenmiş kavramlarıyla anlamaya çalışmak sinema salonundan çıktıktan sonra ortalıkta 3-D gözlükle dolaşmaya benzer. Dolayısıyla bütün bilimlerde olduğu gibi siyasal bilimlerde de günümüz siyasetini anlamak için bütün kavramları elden geçirmek, güncellemek ve gündelik hayattaki kullanımı doğallaşmış kavramları eleştiriye tabi tutmak bir zorunluluktur. Kavramlar, yani düşünce, ancak bu eleştirel faaliyet sayesinde hayatı dönüştürücü bir güç elde eder. Bu açıdan günümüz siyasetini anlayabilmek için öncelikle kutup ve kutupluluk kavramlarının bir eleştiriye tabi tutulması icap eder.

Kısaca özetleyecek olursak: Waltz’un kullandığı kutup tanımı bir devletin elindeki maddi güç kapasitesini saymakla ve bunu diğer devletlerin ellerindeki kapasitelerle karşılaştırmakla yetinmektedir. Bu belirli bir anda devletler arasındaki kapasiteleri karşılaştırmak açısından kuşkusuz gerçekleştirilmesi gereken bir gözlemdir. Ancak Waltz ne bu kapasitenin unsurlarının nasıl oluştuğunu ve nasıl sönümlendiğini, ne bu unsurların devletler arasında nasıl dağıldığını, ne de hangi unsurun hangi anda ve hangi nedenle daha belirleyici hale geldiğini açıklamakla ilgilenmemektedir. Böyle olunca dünya siyaseti statik bir devletlerarası sistem olarak kavranmakta, devletlerin boyunduruğunda yaşayan toplumların içlerinde ve aralarındaki ilişkiler gözardı edilmekte ve dolayısıyla tarihsel değişim dinamikleri gözden kaçmaktadır. Bu yüzdendir ki kutup kavramını benimseyenler için bütün insanlık tarihi üç kavram ve bunlar arasındaki geçiş süreçlerine indirgenebilir: tek-kutupluluk, çift-kutupluluk, çok-kutupluluk.

Waltz’un yaklaşımındaki sorun devletler ve maddi kapasiteler arasındaki ilişkiyi mekanik olarak tanımlamasıdır. Böyle olunca kapasitelerdeki değişimler ancak dışsal etkilerin sonucu olarak algılanabilir. Oysa diyalektik bir yaklaşım maddi kapasiteleri ve bu kapasitelerin dağılımını belirli toplumsal ilişkilerin ifadesi olarak algılar. Dolayısıyla değişim dışsal etkiler değil içsel bağıntıların sonucunda gerçekleşir.

Gündemimizi oluşturan ABD-Rusya çatışmasına bu açıdan yaklaştığımızda farklı tespit ve sorulara ulaşmak mümkündür. Daha önce bu köşede defalarca dile getirdiğim gibi jeopolitik stratejiyle rejim oluşumunu aynı sürecin farklı veçheleri olarak kavramak gerekir. Bu iddia hem ABD hem de Rusya için geçerlidir. Bu devletleri yöneten kadroların siyasi hedefleri ve taktikleri başka türlü anlamlı bir şekilde yorumlanamaz. Sonra her iki devletin güç üretme kapasitelerinin bu hedeflerle uyumlu olup olmadığını değerlendirmek gerekir. Bunları yaptıktan sonra her kara parçasının iki ülkenin stratejisi açısından hangi değeri taşıdığını tespit etmek lazımdır. Birincil, ikincil ve üçüncül çıkarlar ve ittifaklar ancak böyle belirlenebilir. Bu bağlamda, denizlere ulaşımı kısıtlı bir kara gücü olan Rusya’nın önceliğinin Doğu Avrupa’da kendini koruyabileceği bir güvenli bölge yaratmak, ABD’nin önceliğinin ise Pasifik Okyanusu’nda kendisine meydan okuyabilecek bir Çin deniz gücünün çıkışını önlemek olduğu söylenebilir. Çatışmanın kapsamı Avrasya kıtasının bu iki ucundaki birincil stratejik tercihlerle anlaşılabilir. Bu çatışmanın yarattığı manyetik alan kutupların kapasitesinin ötesinde bütün aktörlerin hem iç hem dış ilişkilerini etkilemektedir. Mevcut ve potansiyel kutupların ötesinde maddi güç kapasitelerinin hepsini bir anda sıfırlayacak tek güç ise insanın üretimden gelen gücüdür. Bu güç barış iradesiyle eyleme geçmediği müddetçe bütün toplumların kutuplar arası manyetik alanın etkisinde hizalanması kaçınılmazdır. Yani, savaş ve barış sorunu aslında düzen ve devrim sorunudur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa