02 Mart 2016 00:11

İpotekli kimlik ve okul ilişkisi

İpotekli kimlik ve okul ilişkisi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Haftalardır ipoteklilik meselesi hakkında yazıyorum. İpotekli kimliklerimiz (milli veya dini), ipotekli düşüncelerimiz, ipotekli duygularımız, ipotekli ahlaki değerlerimiz ve ipotekli irademiz… Son yazımda da bu yazıların mesajının kısaca ne olduğunu belirtmiştim. Daha kısa haliyle: Borçlandık kimliklerimizi, nasıl ödeyeceğimizi bilemiyoruz. Bedeli ağır bu kimliklerin, altından kalkamıyoruz. Bize ait olmayan, dayatılan bir şeyleri yaşıyoruz. Çıkarımlarımız, vardığımız sonuçlar, kurduğumuz bağlantılar, akıl yürütmelerimiz bize ait değil. Nefretlerimiz bile bize ait değil… Biz sandığımız biz değiliz (virgülü nereye koyacağınızı size bırakıyorum; ister birinci “biz”in sonrasına, ister ikinci “biz”in öncesine…).
Psikoloji alanında yapılan araştırmaların sonuçlarına da bir bakalım. Sonra da eğitim-öğretim süreçlerine bağlamaya çalışalım bu konuyu. Araştırmalara göre, ipotekli kimliğe sahip bireyler daha çok kural yönelimli oluyorlar, yani kurallara, başkaları tarafından belirlenen standartlara, talimat ve emirlere uyum göstermekle daha fazla ilgileniyorlar. Başkalarından kastedilen, ebeveyn figürleri gibi önemli referans kişileri... Bu durum, otoriterlikle, katı inanç sistemleriyle ve belirsizliğe karşı tahammülsüzlükle de doğrudan bağlantılı. İpotekli bireyler, farklı bakış açılarını değerlendirme, bunlardan gelen bilgileri bütünleştirme ve analiz etmekte de en düşük yeterlilik düzeyine sahipler ve dikkatlerini ancak sınırlı düzeyde toplayabildikleri için, herhangi bir durumu değerlendirirken önemli bilgileri de dışlıyorlar; bu durumda eksik değerlendirme yapmış oluyorlar.
Araştırmalara göre, kural yönelimli olmanın maalesef mantıksal ve soyut düşünme yeteneğinin gelişimiyle ters orantılı bir ilişkiye sahip olduğu da saptanmış. Yani başka bir deyişle ipotekli kimliğe sahip bireyler soyut ve mantıksal düşünme yeteneği geliştirme konusunda da oldukça zorlanıyorlar: Ne kadar çok ipotekli, o kadar az soyut ve mantıksal düşünme yeteneği…
Bütün bu çatışmaların en çok yaşandığı dönem ergenlik dönemi… Soyut konularla ve ilişkilerle uğraşmak ergenin tercih ettiği düşünce biçimi… Bu bağlamda ergenlik döneminin tipik özelliği, zaman-mekan-sonsuzluk ilişkisi üzerine düşünmek, radikal, hayalci, idealist, ütopik düşünmek, hatta dünyayı kurtarma planları yapmak…
Bu noktada ergenlere yetişkinlerin nasıl tepki verdiği, ergenlerin içinde bulunduğu eğitim ve öğrenme süreçlerinin nasıl şekillendirildiği; bu süreçlerin otoriter mi, demokratik mi yönetildiği büyük önem arz ediyor. Zurnanın zırt dediği nokta da bu…Luis Althusser tarafından devletin ideolojik aygıtı olarak tanımlanan okul kurumu, eğitim süreçlerine ilişkin kararları, öğrencilere, öğretmenlere hatta anne babalara bırakacak kadar demokratik bir anlayışa sahip değil; farklı bakış açılarını kabul edecek, bunlara saygı duyacak, halkın/halkların gereksinimlerini dikkate alacak ve bunları yerine getirecek kadar insan canlısı bir duygusal zekaya sahip değil… Hele de bizimki gibi otoriter bir toplumda, kontrol mekanizmasının sıkı bir şekilde kurulduğu, her şeyin merkezden kararlaştırıldığı bir okul sistemi de varsa, ağırlıklı olarak ipotekli kimliklerin gelişiminin desteklenmesi olasılığı çok yüksek… Dolayısıyla bırakınız zaman-mekan-sonsuzluk ilişkisi üzerine düşünmeyi, hayaller kurmayı, ütopyalar yaratmayı, dünyayı kurtarmayı; kendini gerçekleştirmek, soyut ve mantıksal düşünme becerisini kazanmak ve buradan yola çıkarak bilgi üreten bir toplum olmak, kıyısından köşesinden bile geçebileceğimiz bir durum değil.
Eğitim sistemi içinde, ipotekli kimliğin gelişimini destekleyen bazı etkenler neler olabilir? En başta müfredatın ta kendisi… Ayrımcı, ırkçı, milliyetçi, savaşçı, düşman üreten, başkalarından korkmayı ve başkalarından nefret etmeyi öğreten, el kadar çocuklara sadece kendi tarihinin öğrenilmeye değer olduğunu dayatan, hiçbir felsefi, sosyolojik ve psikolojik derinliğe sahip olmayan akıl tornası bir müfredat…
Düşünmeye alan bırakmayan, diyalogsuz, didaktik, eleştirelliğe olanak tanımayan, “tek doğru budur” tarzında yürütülen, soyut düşünme ve mantık yürütme yeteneğini geliştirmeyen ders ortamı…
Bireyin akademik geleceğinin merkezi sınavlarla biçimlendirildiği, belirli bir konunun, bilginin değil de, merkezi sınavda başarılı olmak için hangi kurnazca taktiği kullanmak gerektiğinin öğretildiği ve dolayısıyla okula gitmenin anlamının, insan olmayı, aklını kullanmayı öğrenmekten ziyade en avantajlı toplumsal sınıfa yamanmak olarak benimsetildiği rekabetçi eğitim sistemi… Toplum yaşamında bir anlama sahip olan, felsefi ve sosyolojik altyapısı olan ve hukuk devletinin gelişiminde rolü bulunan mantıklı, aklı temel alan kuralları benimsetmek yerine şekilci, dayanaksız, korku salan içi boş kurallara itaat etmeyi öğreten bir sınıf ve okul ortamı…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa