Onlar arabeskin ta kendileri…
Beğenisiz, ortalama Amerikalı’ nın parasıyla ulaşmak istediği her şeyin, onun olmayan beğenisine, kendisine biçilen paranın tutarına uygun kopyasının yapıldığı tüketim dünyası her yere yayıldı gitti işte… Anamalcılığın aldatmaca, beyin yıkama dünyası, alış-veriş sayrısı insanları “morfinleyip” kendilerini daha mutlu duyumsamalarını sağlamıyor mu her yerde? Hem de kendi insanlarının en ustaca, en acımasız yollardan sömürülmeleri karşılığında…
Neden yazıyorum bütün bunları?
Çünkü çoğu kimse “arabesk” Doğu’ dan geliyor sanıyor…
Yanlış!..
Doğu’ dan gelen başka bir şey, gerçekten “arabesk” olan şey Batı’ dan geliyor. Naylon gibi, plastik gibi… Bunu anlamak için örneğin Antalya’ daki Ramada Oteli’ ne girin bakın (girebilirseniz). Yağlıboya ile mermere benzetilmiş kolonları, kemerleri, o akıl almaz çarpıklığı görün bir… (Aslında hiç görmeseniz de olur, hiçbir şey yitirmezsiniz.)
Sunta üzerine çıtalar çakarak oyma masif ahşap gibi gösteren bu yalancı dünya, koca kültür kazanımızda yok olur gider diyorum kimi kez; ama bütün çevremiz böyle olmaya başladı. Oldu bile… Cumhurbaşkanımızın oturduğu koltuğa, “İslam” satıcılarının yatak odalarına, oturma odalarına bakın…
Şu minarelere bakın… Petrol bidonundan yapılmış olanlarını mı istersiniz, bir apartman çatısının kıyıcağına oturuvermiş kurşun kalem cılızlığında olanı mı? Türlerini anlatmaya dilim yetmez. Ayrıca nasıl olurlarsa olsun, baştan yalancılar… Ses büyülteci takmak için, oradan kötü bir sesi bangır bangır bağırtmak için hiçbirine gerek yok. Bütün apartmanlara, turizm yapılarına, dinlence evlerine, giderek valilerin, şunun bunun beğenisine kalmış kamu yapılarına bakın… Oldukları yerin kültürünün ürünleri mi bunlar? Yabancı kemerler, yalancı kubbelerle neyin nesi bunlar? Bütün kentlerimize, her yere dikilen Abdülaziz kopyası fenerler arabesk değil de ne? Kim başlattı bunları?
Ayrıca daha da yalancılar, yalancıların yalancısı olanlar da var! Batılı gibi Roma’ ya özenenler mi istersiniz. Helen tapınaklarına özenenler mi?
Örneklerimi mimarlıktan verdiğime bakmayın. Mimarlık bir ayna… Bütün çevremiz bir şeyden başka bir şey gibi gözükmeye çalışıyor şimdilerde… Adı duyulan, Antalya’ nın “lüks” otellerinde çıkan yemeklere bakmak midenizi bulandırmıyor mu? Ağız tadımızı bile bozdular. Daha doğrusu bozduk… Gerçek arabeski saymaya kalksam bitiremem:
- Demokrat değil, demokrasi savaşçısı gözüküyor. Yalnız politikacılar değil, yazarı çizeri ile…
- Devlet adamı değil, onu oynuyor.
- Atatürkçü değil… Onunla ilgili ne varsa hepsine kötülüğü dokunmuş, ama neredeyse kendini Atatürk sanacak…
- Bilim adamı değil, ama profesör…
- Sanata en küçük duyarlılığı yok, ama bütün yayın organlarında adı sanatçı…
- Bu çağda okur değil, ama yazar…
- Hırsız, ama iş adamı görüntüsünde…
- Mimar değil, mimar yetiştiriyor…
- Mimar değil, mimarlık yapıyor… Diplomalı, diplomasız…
- Son yıllarda heykellerimiz bile taş gözüküyorlar, tunç gözüküyorlar, oysa fiberglastan yapılıyorlar.
Dahasını uzatmayacağım. Sanırım ötesini siz düşünmeye başladınız bile… Bütün bu yazdıklarımı okuduktan sonra sanılabilir ki umutsuzum…
Hiç de değil!
İlle bir sonuca bağlamam gerekirse, gerçek demokratik katılımın sağlanabilmesi birçok şeyi çözecektir diyeceğim.
Çevresinin oluşmasına, kararlarına, denetimine katılma düzeyine gelen bireylerin oluşturacağı toplum, bir gün bütün bu çirkinliklerin arasındaki güzellikleri çıkarır ortaya… Giderek yepyeni bir sentez oluşturur. Hep böyle olmuş Anadolu’ da… Yeter ki, biz çirkinliklerin içinde boğulup gitmemeyi bilelim; yeter ki güzelliklere sahip çıkma bilincimizi eyleme de dönüştürebilelim.
Evrensel'i Takip Et