15 Mart 2016 01:00

Parlayan gülüşler

Parlayan gülüşler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sabah bir fotoğraf düştü önüme sosyal medyada: İki genç kahkaha atıyor. “Kim bilir nasıl eğleniyor, neye gülüyorlardı?” diye düşünüyor insan yaşam sevinci fışkıran fotoğrafa bakınca. Şimdi ikisi de yok. Gençliklerinin henüz başında bu ülkede yaşamanın bedelini canlarıyla ödediler. Burada bedelsiz yaşamak yok.
Ali Deniz, 10 Ekim’de Ankara’da barış istemek için bir araya geldiği arkadaşlarıyla, yoldaşlarıyla bombalı saldırıda can verince arkadaşı Ozancan “Siz hiç üzerinde barış yazan bir kefen gördünüz mü?” diye yazmış Twitter’da. Barış talebinin nasıl katledildiğini daha veciz anlatabilir misiniz? Ozancan’ın Ali Deniz’in Gar Meydanında katledilişinden saatler sonra sosyal medyada paylaştığı fotoğraf da unutulmaz: Eskişehir Gezi protestolarında hunharca linç edilen Ali İsmail’in gülen bir resminin yanında “Gülüşün bir isyanın ateşinde parlayacak, Faşizme ölüm halka hürriyet yazan” bir Emek Gençliği pankartı önünde sağ elini yumruk yapmış havaya kaldırıp slogan atıyor Ali Deniz.
Diğer gülüşler geliyor aklıma. Ezgi’nin doğum günüydü geçenlerde. Bir dostum onun güzel gülüşünü ekleyip bir emaille hatırlatmış. “Aklımdan çıkmıyor” diye cevap verdim arkadaşıma. Geçenlerde uğradığım bir çaycıda Ezgi’yle Polen’in portreleri asılıydı. Ne güzel gülmüşler. Yan yana. Tıpkı Suruç’taki gibi, tıpkı toprağa yatırıldıkları gibi. Aylardır acısıyla yaşayan dosta ne denir ki? Teselli var mı? Polen’in annesi geliyor aklıma. Cemevindeki duadan ayrılırken tanışmıştık. Sıkı sıkı elimden tutup gözlerimin içine bakmıştı. “Sakın beddua etmeyin” demişti, “Polen hep bana kızardı. Anne sakın beddua etme derdi. Böyle bir çocuktu benim çocuğum. Ben onu yaşatamadım.” Boğazda yumru, ağızda kilit. Hangi su söndürür bu ateşi?
Vahşetin adının siyaset olduğu yerdeyiz. Parçalanmış, yanmış bedenler, yerlerde sürüklenen ölüler, kemikler, bebekler, çocuklar, nineler, dedeler, anneler, babalar, ablalar, ağabeyler, kardeşler, dostlar, herkesin hedefte olduğu bir yerdeyiz. Söylemekten çekinmeyelim: Bir savaş alanındayız. Savaş deyince insanın aklına ister istemez cephedeki muharebe geliyor. Ancak savaş toplumsal bir olgu: Cephesi var, berisi var, ötesi var, ekonomisi var, halkla ilişkileri var... Hiçbir toplumsal ilişki savaş olgusundan bağımsız değil artık. Birkaç sene önce Suriye’de, Irak’ta seyrettiğimiz savaş ateşi evimize düşmüş. Kim bilir söndürülmezse ileride belki şimdi bizi seyreden Avrupalıların evine düşecek. Bulaşıcı bir savaş bu! Dünya düzeninin büyük güçlerinin bilek güreşinin enerjisiyle besleniyor. Ya bilek güreşini tatlıya bağlayacaklar ya da tekme tokat bir birlerine girecekler. Her iki ihtimalde de kolay kolay dinmeyecek bu çatışma düzen güçleri duruma hakim oldukça. Bitirmek isteseler bile bitmeyecek, çünkü bir sarmal bu. Biri kendi güvenliğini arttırsa diğer güvensiz hissedip güvenliğini arttıracak. Sonra diğeri tekrar güvensiz hissedip güvenliği arttıracak ve bu böyle devam edecek. Güvenlik ikilem diyoruz buna.
Çıkış nerede? Savaşı bitirecek tek güç var: Barış talep eden halklar. Hepimiz beraberce talep etmedikçe gelmeyecek barış. Ortak çıkarını düşmanlıkta değil kardeşlikte gören halkların sınırları aşan dayanışması ve ortak hareketi bugün her zamankinden daha elzem, daha acil bir ihtiyaç. İşte o gün parlayacak fotoğraflarda kalan gülüşler. Dostumun dediği gibi güzel, umut dolu günlerde onlar kadar dolu gülebilmek umuduyla...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa