18 Mart 2016 01:00

AB-Türkiye zirvesi: Tehlikeli pazarlık

AB-Türkiye zirvesi: Tehlikeli pazarlık

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Avrupa Birliği, 2015’ten bu yana tam 9 kezdir “sığınmacılar krizi”ni görüşmek üzere olağan ya da olağanüstü şekilde zirveler düzenliyor. Öyle görünüyor ki daha düzenleyecek. Çünkü, başından bu yana soruna insani değil güvenlik çerçevesinden yaklaşıp “felaket senaryosu” çizdiği için durum daha da çelişkili ve karmaşık hale getirilmiştir.
Benzer bir durum Türkiye ile girilen pazarlık için de geçerli. Türkiye’ye, dolayısıyla AKP Hükümetine Avrupa’ya gelen sığınmacıları durdurmada “kilit rol” veren Almanya ve AB, her şeyin sanıldığı ve planlandığı gibi kolay olmadığını elbette görecektir. Zira masa başında yapılan planların çoğunun gerçek hayatta karşılığı yok.
7 Mart’ta Brüksel’de yapılan AB-Türkiye Zirvesinde üzerine prensipte anlaşmaya varılan maddelerin çoğunun sorunlu olduğu, bu nedenle bir kaç gündür AB cephesinde “prensip anlaşması”nın nasıl hayata geçirileceği konusunda yoğun bir çalışmanın başlatıldığı belirtiliyor. En önemlisi de bundan 12 gün önce Başbakan Davutoğlu’nun “Kayseri pazarlığı yaptık” dediği maddelerin önemli bir kısmının yasal zemin ve süre açısından yerine getirilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmış görünüyor.
Bu nedenle dün Brüksel mahreçli pek çok haberde “prensip anlaşması”nın olduğu gibi hayata geçmeyeceği konusunda pek çok bilgi geçildi. Almanya’da Süddeusche Zeitung, Frankfurter Rundschau başta olmak üzere pek çok gazete ve internet sitesi Türkiye ile varılan anlaşmanın neden problemli olduğunu sıraladı.
Örneğin Frankfurter Rundschau gazetesinde “Politik ve hukuksal olarak tartışmalı pazarlık” başlığıyla Peter Riesbeck’in Brüksel’den yazdığı haberde, maddeler halinde AB ile Türkiye arasında bugün imzalanması planlanan anlaşmanın sakıncalarına dikkat çekiliyordu. Kitlesel sınır dışından, bire bir takasa ve Türkiye vatandaşlarına vize serbestliğine kadar bir çok maddenin AB liderleri arasında tartışmalı olduğuna işaret ediliyordu. Ayrıca anlaşma maddelerinin AB hukukuna uydurulması konusunda da tartışmaların olduğu belirtiliyordu. Focus dergisinin internet sitesindeki “Türkiye ile anlaşma neden bu kadar tartışmalı?” başlığı altında toplanan haberde, BM Sığınmacılar Yüksek Komiserliğinden sığınmacılara yardım örgütlerine kadar pek çok kurumun anlaşmanın sakıncalarına dikkat çekildiğine yer veriliyordu. Özellikle sığınmacıların halen resmi olarak “güvenli ülke” edilmeyen Türkiye’ye gönderilmesinin AB ve uluslararası hukuk açısından çok sorunlu olduğuna işaret ediliyordu.
Spiegel Online’nin Brüksel Muhabiri Markus Becker de “Sığınmacı pazarlığının detayları üzerinde sert mücadele” başlıklı haberinde maddeler halinde hangi konularda anlaşmazlıklar olduğunu yazıyordu.Becker bu maddelerin “Bire bir sistemi”, “Geri alım”, “Türk vatandaşlarına vize kolaylığı” olduğuna işaret ediliyordu. Türkiye Hükümeti tarafından “büyük kazanım” olarak sunulan “Vizesiz Avrupa” konusunda daha önce belirtilen 72 şartın geçerli olduğu belirtiliyor ve bir çok ülkenin kısa zamanda Türkiye vatandaşlarına vizede kolaylığın tanınmasından yana olmadığına dikkat çekiliyordu. Almanya Başbakanı Angela Merkel de önceki gün pazarlık konusunda meclise bilgi verirken vize kolaylığı için ‘Türkiye’den garantiler isteyeceğiz” diyordu. Bu nedenle haziran sonuna çekilmesi planlanan vize kolaylığı konusunda büyük bir pazarlığın olacağı kesin gibi.
Özellikle AKP Hükümeti açısından politik getirisi yüksel olacağı bilinen vize serbestliği konusunda ısrar edileceği, AB’nin buna karşılık büyük kazanım peşinde olduğu anlaşılıyor. Almanya ve diğer AB ülkeleri açısından bu “büyük kazanım” elbette Türkiye üzerinden hiç bir sığınmacıya Avrupa’ya ulaşma imkanının tanınmaması olduğu ortada.
Gelenlerin Türkiye’de kalması, Avrupa’ya ulaşanların ise Türkiye’ye geri gönderilmesi üzerine kurulu bu pazarlık elbette en temel hakların ayaklar altına alınmasını içeriyor.
Bütün bunlar resmi olarak ilan edilmese bile Türkiye’nin “güvenli ülke” olduğu üzerinden yapılıyor.
Ne var ki; pazarlıkların başladığı gün Almanya’nın Ankara’daki büyükelçiliğini, İstanbul’daki başkonsolosluğunu ve bir okulu “güvenlik gerekçesiyle” kapatması manidardır.
Keza, Federal Dışişleri Bakanlığı da hafta başında Alman vatandaşlarına Türkiye seyahatleri konusunda uyarılarda bulunmuştu. Kendi vatandaşlarına güvenli olmadığı için mümkünse Türkiye’ye gitmeme çağrısında bulunan, büyükelçiliği dahi kapatan Almanya’nın, gelen sığınmacıları Türkiye’ye göndermesi ya da Türkiye’de hiç bir güvencesi olmadan kalmak zorunda olanlara kapılarını kapatması en hafifinden ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. Kendi içinde çelişkilerle dolu bu yaklaşımın arkasında elbette Almanya’nın temel hakları bir yana bırakarak Almanya ve AB’nin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle AB’nin Türkiye ile girdiği “mülteci pazarlığı” büyük çelişkiler nedeniyle giderek içinden çıkılmaz, tehlikeli bir hal alıyor. Muhtemel bir anlaşma da sorunu çözmeyecektir. Halbuki, daha başından itibaren kapıların gerçekten sığınmaya muhtaç duyan herkese açık olduğu ifade edilseydi ve buna göre bir politika izlenmiş olunsaydı ne Türkiye ile bu denli çelişkili, kirli pazarlıklara girilirdi ne de Avrupa’da ırkçı-faşist hareketler sığınmacılar üzerinden bu kadar güç toplardı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa