Bir söylem alanı olarak medya ve hegemonya
Antonio Gramsci, 1937 yılında İtalya’da bir hapishanede öldüğünde kırk beş yaşındaydı ve ömrünün önemli bölümünü hapiste geçirmişti. Gramsci’nin hapishane yıllarında kaleme aldığı yazılar otuzdan fazla defter doldurmuş, bu yazılar Hapishane Defterleri adıyla ölümünden çok sonra yayımlanmıştır. Hapishane Defterleri, bugün toplumları şekillendiren pratikleri kendine konu edinen her alanda, özellikle iletişim ve medya çalışmalarında önemli bir kuramsal kaynak oluşturur.
Güç ve iktidar üzerine düşünen Gramsci, gücün nasıl elde edildiğini ve iktidarın kitlelere rağmen nasıl devam edebildiğini açıklarken hegemonya kavramını ortaya atar. Topluma egemen güçler, baskın fikirler ve ideolojilerin tümü olarak tanımlanan ve yönetici sınıfın çıkarlarının evrensel çıkarlar olarak temsil edilmesi üzerine inşa olan hegemonyanın en önemli yanı mutlak bir güç değil değişken ve ittifaklara dayalı bir süreç olmasıdır. Hegemonyanın en ayırt edici özelliği kitlelerin rızasına ve ortak iradesine dayanmasıdır. Kitlelerin rızasının üretim aracı olan medya ve siyaset gibi söylem alanları iktidar çözümlemelerinde bu nedenle merkezi olmalıdır.
Bu haftanın medya evrenine kısa bir bakış bu dinamik alana ışık tutmak için yeterli. Rastgele ve katlanarak çoğalabilecek birkaç örnek sıralayalım: Chris Stephenson’ın Sabah gazetesinde ‘İngiliz Ajanı’ olarak yer alması, Evrensel gazetesinin ‘Barış Olmadan Güvenlik Olmaz’ manşeti üzerinden hedef gösterilmesi, Füsun Demirel’in verdiği bir röportaj üzerinden önce sosyal medyada linç edilmesi sonra işine son verilmesi, CHP Milletvekili Selina Doğan’ın Ankara’daki bombalı saldırı hakkında attığı tweet nedeniyle lince uğraması... Bugün yaşadıklarımızın tarihsiz ve bağlamsızmış gibi kabul ettirilmesi, ‘Ya bizimlesin ya onlarla’ gibi ikili karşıtlıklar üzerinden düşman yaratılması, içinden barış sözcüğü geçen her şeyin suçlu ilan edilmesi statükonun devamını sağlamaya yönelik.
ANTROPOLOGLAR DERNEĞİ KURULUŞ ÇALIŞTAYINDAN NOTLAR...
Geçtiğimiz pazar günü Türkiye Antropologlar Derneği kuruluş çalıştayı gerçekleşti. Bir grup antropoloji öğrencisinin başını çektiği bu girişim beş yıldır düzenlenen antropoloji öğrencileri kongresi ve Antropolog dergisinin biriktirdiği deneyim üzerine inşa oluyor. İkincisi haziranda yapılacak olan çalıştayda, Neşe Özgen, Ahmet Kerim Gültekin, İzzet Duyar ile antropoloji öğrencilerini temsilen Kubilay Çelik konuşma yaptı. Moderatörü olduğum panelde sosyal bilimcilerin örgütlenmesinin öneminden, devlet ideolojileri ve antropoloji ilişkisine kadar önemli başlıklar açıldı, hem pratik hem de tarihsel ve teorik sorular üzerine düşünüldü. Antropoloji, insan ve toplum çeşitliliğini araştıran bir sosyal bilim alanı olarak, homojenleştirici devlet ideolojileriyle temelde çelişmiş olsa da bu ideolojilerinin bir aracı haline getirilmiş, en çok söz söyleyebileceği konularda suskunlaştırılmıştır. İzzet Duyar hocanın Türkiye Antropologlar Derneği için çizdiği çerçeve, akademinin özüne de ışık tutuyor. Dernek, bilimsel çalışmalardan temellenen tartışmaların yürütüleceği, araştırmaların destekleneceği, mesleki sorunlara da eğilen ve her zaman toplumsal meselelerle ilgili hak odaklı bir aktivizm alanının yaratılması için çalışacak bir birlikteliği örgütlemek üzere tasarlanıyor. Zira bilimsel bilgi, hak odaklı bir pratik alanında kullanımı olmadıkça hegemonyanın devam ettirilmesi dışında bir işe yaramıyor.
Evrensel'i Takip Et