20 Mart 2016

'Barış' diyemem iktidar izin vermedikçe

Edward Abbey’in meşhur lafıdır “Hiçbir şey dünün gazetesi kadar bayat değildir” der ama benim en sevdiğim şeylerden biri eski gazeteleri okumak. Eşya paketlerken gözünüz bir makaleye takılır, bir magazin haberi gülümsetir. En güzeli de araştırma için Atatürk Kitaplığının alt katına inip ciltlenmiş o eski sayfaları çevirmek, şu iş bitse de keyif için burada vakit geçirsem hissi. Ancak son birkaç yıldır aynı zevki vermiyor eski gazeteleri karıştırmak, daha çok bir ‘Neydi ne oldu’ şaşkınlığı, bir döneklik tarihi, iktidarın dümen suyunda giden basının zavallı halleri ve bugün bu uğurda ödenen bedeller... Can sıkıcı, dahası can yakıcı.
Bugün ülkenin her yerinde Newroz kutlamaları var. Pek çok ilde kutlamalar yasaklandı. Eminim pek çoğumuz bugünü bilgisayar, telefon başında (televizyon diyemiyorum) çıkan olayları izleyerek ve üzülerek geçirecek. Çok değil üç yıl öncesinin gazetelerinin ilk sayfalarına bakıyorum, bambaşka bir ülke bambaşka temenniler…
Bir haftadır devletin yaptığı “temizliği” öve öve bitiremeyen, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, Kandil’e girilmesinin çığırtkanlığını yapan Sabah gazetesinin 21 Mart 2013 manşeti “Nevruz ateşi barışa yanıyor”, gazete Diyarbakır’da yüz binlerin barış ateşi yakacağını, yepyeni bir sayfa açılacağını müjdeliyor spotta. Vatan gazetesi “İki dil, tek hedef” demiş, Hürriyet “Kardeşlik ve Barış Çağrısı”. Posta gazetesi “25 şehidin annesi ile 25 PKK’lının annesi aynı masada buluşup yemek yedi ve terörün bitirilmesini konuştu” haberine “Akil Kadınlar” başlığını atmış. Bugün olsa gözaltına alınırlardı hepsi. Yeni Şafak “Barış ateşi hiç sönmesin” temennisinde bulunmuş, bugünlerde toplu imha talep ediyor. 13 Mart Katliamı’nın ertesi günü “Başkan Erdoğan” manşeti atacak kadar iktidara meftun Milat gazetesi üç yıl önce Financial Times’ın o dönemki temsilcisi Daniel Dombey’in haberini manşete taşımış “Terör Biter Petrol Gelir”. Gazetecileri ajanlıkla suçlamak o zaman revaçta değilmiş ya da gelecek para Milat ekibini daha çok heyecanlandırmış. Haberin spotunda “Türkiye sadece doğal gaz için Rusya’ya ayda iki milyar ödüyor. Terör sorununu çözmek Ankara’nın, petrol zengini Kuzey Irak’ta nüfuzunun artmasını sağlayacak” demiş. Örnekleri özellikle o dönemden bugüne sahiplik yapısı ve yayın çizgisi değişmeyen gazetelerden seçtim.
O dönemde ülkede bombalar patlamıyordu demeyin, iki gün önce yani 19 Mart 2013’te Adalet Bakanlığı ve AKP Genel Merkezine saldırı düzenlenmişti. Saldırıyı DHKP-C üstlendi, bombaların kaynağı her gazetede farklı ama Başbakan Erdoğan “Ergenekon’la bağlantısı var” demiş. Kokteyl icat edilmiş, sadece malzemeler, pardon örgütler, değişiyor. Erdoğan “Çözüm sürecini engellemeye çalışan bir terör örgütü var. Ama 3-5 tane taşeron densiz bizi yolumuzdan çeviremez” diye eklemiş (Vatan, 21 Mart 2013).
21 Mart 2013’te Öcalan’ın iki dilde mektubu okundu, ülkede barış havası öyle güçlü bir hal aldı ki 25 Nisan’da o dönem KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın Kandil’de yaptığı basın toplantısına Anadolu Ajansı dahil neredeyse tüm medyadan gazeteciler katıldı. Sabah da orada ama basın toplantısını değil sonradan ‘hain’ ilan ettiği dönemin AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın “Savaş değil barış fetihtir” sözünü manşete çekmiş. Aynı gruba ait Takvim’in manşeti de Kandil’den “30 yıl 30 dakika”. Hürriyet “Kandil de Tamam” manşetiyle çıkmış. Habertürk’ün Erdoğan’a ithaf ettiği manşeti “Cesareti terörü bitirdi”,  spotu ise “Terörün sona ermesindeki en önemli faktör, Başbakan Erdoğan’ın cesaret ve ısrarı oldu. Çıkmaz yoldan dönmek isteyenlere devletin elini uzattırdı.” İnsanın iktidarın barışı getirdiğine inanıyorsunuz da bitirdiğine neden inanmıyorsunuz diye sorası geliyor.

KİMSEDEN DEĞİL BARIŞTAN YANAYIZ
Hatırlarsanız birkaç ay sonra Gezi patlak verdi, tüm otoriterleşmeye ve çatışmalara, ölümlere karşın çözüm süreci devam ettirildi. Geçtiğimiz yıl iktidarın sonradan inkar ettiği Dolmabahçe Mutabakatı ertesi 21 Mart’ta umutlar hâlâ sürüyordu manşetlerde. Ta ki 7 Haziran’da AKP’nin tek başına iktidar olma ihtimalini kaybetmesine kadar. Önce 5 Haziran’da Diyarbakır’da HDP mitinginde patladı bombalar ardından 20 Temmuz’da Suruç’ta, 10 Ekim’de Ankara’da. 24 Temmuz’da çatışmasızlık süreci bitti. 1 Kasım seçimlerinden AKP’nin zaferle çıkmasının ardından operasyonlar şiddetlendi. Yüzlerce insan öldü ve ölmeye devam ediyor. Şiddet artık sadece doğuyu değil batıyı da vuruyor. Barış talep eden öğrenciler bu şiddet sarmalında “yanlışlıkla oldu” bahanesiyle geçiştirilemeyecek terörün kurbanı haline geliyor.
Çözüm sürecinin devam etmesi, daha fazla insanın ölmemesi için bazı siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları, akademisyenler ve diğer meslek grupları çağrılar yaptı. Devletin boyun eğdirmeye, diz çöktürmeye yönelik operasyonlarının toplumda büyük bir kırılma yarattığını ve sonuçlarının çok ağır olacağı defalarca yazıldı. Devlet şiddeti önlemek yerine bu çağrıları yapanları hedef alıyor. Erdoğan’ın “Ya bizim yanımızda yer alacaklar ya teröristlerin yanında” diyerek sınırı çizmesinin ardından üç akademisyen arkadaşımız tutuklandı, 25 yıldır bu ülkede emek vermiş bir akademisyen, hakkında herhangi bir suçlama olmamasına rağmen, sınır dışı edildi. Chris Stephenson’ın Türkiye yasağının kalktığı duyuruldu ama baskılar sona ermiş değil. Suçları yalnızca hepimiz adına “Sözümüzün arkasındayız” demek olan arkadaşlarımız adeta barış isteyenlere ibret olması amacıyla, hukuka aykırı bir şekilde demir parmaklar ardında tutuluyor.İktidar safındaki geçmiş barış müjdecileri ise bugün bizi “terörist” ilan ediyor.
Durmadan söylemeye devam edeceğiz bizler barışın, çatışmasızlığın, çözümün tarafındayız. Çağrımızdaki ifadelere katılamayanların da, bizi ‘vatan haini’ ilan edenlerin de ölmemesi için mücadele ediyoruz. Demokrasiye, barışa inanan akademisyenin de, gazetecinin de herkesin durması gereken yer iktidarın çizdiği “yerli ve milli” sınır değil, evrensel insan haklarının çizdiği sınırlar olmalı. Kısaca ölmeyin, ölmeyelim, barış demekten vazgeçmeyelim. Korkmadan sokağa çıkmamızın tek yolu bu.

Evrensel'i Takip Et