23 Mart 2016 00:54

Frankenstein

Frankenstein

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hafta sonunu İstanbul’un en işlek caddelerinden İstiklal’de IŞİD’in canlı bomba saldırısıyla kapatmıştık. Yeni haftayı da AB’nin başkenti Brüksel’deki Zaventem Havalimanındaki patlamalarla karşıladık.

Bu patlamaların ardından Reuters Haber Ajansı, Paris saldırganı IŞİD Üyesi Salah Abdeslam’ın yakalandığı ve Paris saldırılarından bu yana polis operasyonlarının hedefinde olan Maelbeek semtindeki metro istasyonunda patlama olduğunu duyurdu. Her iki taraftan da gelen ölü sayısı bu yazı yazılırken artıyordu.

Saldırılarla ilgili akla ilk gelen bağlantı şuydu: 13 Kasım 2015’te meydana gelen ve 130 kişinin ölümüyle sonuçlanan Paris saldırılarını gerçekleştiren IŞİD Üyesi Salah Abdeslam, gerçtiğimiz cuma günü Brüksel’de yakalanmıştı. Bu saldırılar, bunun bir intikamı olabilirdi.

Saldırının örgütsel eşkalinin belirlenmesi çabası bir yana, böylesine küresel yaygınlık kazanmış sorunlar, sonuçtan başlanarak, yani bir örgüt ile bir eylem arasındaki ilişkiye sıkıştırılarak anlaşılamaz. 

Niye tarihin başka bir anında değil de, belirli bir zaman aralığında bu türden saldırıları bir sistematik halinde yaşıyoruz? Bu saldırılar nasıl bir dünyada, o dünyanın hangi ilişkileri içinde gerçekleşiyor?

Ben bu soruları tartışırken, telefonum çaldı. Arayan Almanya’dan Sol Parti Federal Meclis Grubu Uluslararası İlişkiler Sözcüsü Sevim Dağdelen’di. 

Başka bir konuyla ilgili aramıştı ama söz önce, İstiklal’de ve Brüksel’de gerçekleşen saldırılara geldi. Dağdelen benzer bir kaygının epey bir zamandır Almanya’da da yaşandığını söyledi. 11 Eylül’de ABD’nin ikiz kulelerinin el Kaide tarafından hedef alınmasından sonra, İngiltere ve Fransa’nın ardından Belçika’da gerçekleşen saldırılardan sonra AB’nin patronu Almanya’da bu kaygıların yaşanması kaçınılmazdı.

Dağdelen’e bütün bu yaşananları nasıl yorumladığını sordum. O da batının emperyalist ülkelerinin Ortadoğu’ya müdahilliğinin sonuçları olarak bu saldırıların gerçekleştiğini söyledi. Bugün IŞİD’in pratiklerinde karşımıza çıkan terör saldırılarının, geçmişte Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin destekleyerek var ettiği örgütlerin bugünkü devamları olduğuna işaret etti. 

Emperyalist politikalar içinde doğan bu yapılar bugün yaratıcılarının da, dünyanın da başına bela olmuştu. Dağdelen, düşüncelerinin simgesel temsili açısından da Frankenstein’ı örnek verdi. Mary Shelley’nin yazdığı felsefi bir roman olan Frankenstein, birçok kez sinema ve tiyatroya da uyarlandı.

Romanın kahramanı Tıp Öğrencisi Victor Frankenstein; hastalıklara son verebilmek için insanı yeniden yapmayı, böylelikle de ölümsüzlüğe ulaşmayı ister. Deneyleri sonucunda insan vücudunun karmaşık parçalarıyla uğraşmanın zorluğu yüzünden 2.50 metre boyunda ve buna orantılı bir genişlikte üstün bir insan yaratmaya karar verir. Ve okuyucuların kendi adıyla, Frankenstein olarak bildiği ucubeyi yaratır. Ancak ondan memnun kalmaz ve kaçar. Yaratık ise kendisini yaratanı tanıyordur ve neden insanların ondan korkup kaçtıklarını bilmiyordur. Yalnızlığı arttıkça acımasızlaşır ve kendisini yaratandan korkunç bir şekilde öç almaya girişir. Sözün kısası bu ucube sonuçta kendi yaratıcısının başına bela olan bir canavara dönüşmüştür artık. 

Frankenstein ile IŞİD arasında elbette, duygusal ve başka türden farklara işaret edebiliriz. Ancak bir ucubenin sonuçta dönüp kendisini yaratanın da başına bela olacağı bir canavara dönüşmüş olması bakımından iki örnek arasındaki mantıksal paralellik de öğreticidir. 

Bir sorunu var eden mantıksal bağlamı görmeden o soruna yaklaşmak, insanı o sorun etrafında, yine o sorunun yaratıcıları tarafından üretilen politikaların yedeğine düşürebilir.

Bu mantıksal bağlamın devamında diğer önemli bir noktada şudur: Nasıl ki ABD ve Avrupa’da IŞİD gibi örgütlerle mücadele adına ortaya konulan ‘güvenlik’ politikaları, var olan özgürlükleri daha da sınırlayarak halkı devlete yedeklemenin gerekçelerine dönüştürüldü ise, Türkiye’de de IŞİD’i besleyen ilişkilerin sorgulanması yerine, ‘Bu türden terör eylemlerine alışmalıyız’ biçiminde dile getirilen resmi politikalar da aynı amaca hizmet ediyor. 

Brüksel’deki saldırıların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Brüksel’de veya AB’nin herhangi bir şehrinde bu bombalarının patlamaması için hiçbir sebep yok” sözlerinden kısa bir süre sonra gerçekleşmesi de herhalde daha epey tartışılacaktır. 

****
ESRA MUNGAN İÇİN

Aslında bugün “Bu suça ortak olmayacağız” diyerek 1128 akademisyenle birlikte yayımladıkları barış bildirisi sebebiyle tutuklanan 3 akademisyenden Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan’ın, tek başına bir hücreye konulmasını yazmayı planlıyordum. Brüksel’deki saldırı son anda gündemin tepesine oturdu. Ama yine de bu konuda sözümü söylemek istiyorum. Eğer Esra Mungan, tutuklandıktan sonra ‘Sözümüzün arkasındayız’ demeseydi o hücreye konulmazdı. Ben de akademisyenlerin barış bildirisinden sonra barış için imza veren, imza toplayan gazetecilerden biri olarak, aynı sözün arkasında olduğumu bir kez daha belirtiyorum. Esra Mungan’ın dik duruşu bu ülkede barış isteyenler için bir onurdur, öyle de sahipleniyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa