Savaş dolu hayatların hikâyesi
Fotoğraf: Envato
“Barış savaşı artık bütün ilerici aydınların, en önde gördükleri bir savaş olmuştu. Fakat hükümet işlediği cinayeti, halkın gözünden saklamak için beyannameleri toplattı, dağıtanları hapsetti. Az sonra Barışseverler Cemiyeti kapatıldı. Behice Boran ve arkadaşları mahkemeye verildi. Biz memleketten çıktıktan sonra mahkeme, sanıkların birer sene hapislerine karar verdi. Memlekette barışı savunmak bile suçtu.” Yukarıdaki satırları 1950’de Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesini protesto edenlerden Sabiha Sertel kaleme almış. Barışseverler Cemiyeti hükümetin kararını protesto etmek için bir bildiri yayımladı, bildiriyi yayımlayanlar vatan hainliği ile suçlanarak hapse atıldı.
Ne kadar tanıdık değil mi? Başka tanıdık hikayeler de var. İçinde bulundukları dönemde yazar Sabahattin Ali devletin içinde olduğu şüphe götürmeyen bir cinayetle öldürülmüş, pek çok yazar baskı altında işlerini yapamaz, hatta hayatlarını sürdüremez hale gelmiştir. “Ben iş buldum. Bir arkadaşım evlere su dağıtan kamyonunda iş verdi. Şimdi su tenekelerini evlere dağıtacağım.” Adnan Cemgil’in saka olarak iş bulduğu için yaşadığı sevinç Sabiha Sertel’e çok dokunur, hep birlikte bunları konuştukları gece biraz da eğlenmek için birlikte lokanta açmayı teklif eder. Sabiha Sertel, Behice Boran, Nazife Cemgil, Mediha Berkes yemekleri yapacak, erkekler de garson olacaktır. Ancak hemen ardından akıllarına lokantanın gizli toplantı yaptıkları gerekçesiyle basılıp kapatılma ihtimali gelir.
Son öneriyi bugünlerde çevremden çok duyuyorum. “Ne yapalım, olmadı bir lokanta ya da meyhane açar öyle geçiniriz”. Sonra hemen yer seçimine geçiliyor, mönü belirleniyor, garsonluk başvuruları geliyor. Hepsi soluduğumuz bu kasvetli havayı biraz dağıtmak için. Bildiğiniz üzere hepimizin imzaladığı bildirinin ardından taleplerimizin arkasında olduğumuzu söylediğimiz ve bu süreçte başımıza gelenleri anlattığımız bir basın açıklaması yüzünden üç arkadaşımız hapiste. Tutuklanmalarının hukuksuzluğunun yanı sıra cezaevinde de türlü baskılara, tecride maruz kalıyorlar. Kitap okumalarına dahi izin verilmiyor. Bu yazıyı yazarken Avukat Meriç Eyüboğlu Esra Mungan’ın telefonla yakınlarını arama hakkının “Evraklarının eksik olduğu” gerekçesiyle engellendiğini haber veriyor. Memlekette barış istemek hâlâ suç.
ADLİYEDEKİ GÜNLERİMİZ
Derslerden, makalelerden arta kalan zamanlarımızın çoğu Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde geçiyor. Dün de gazetecilik yaptıkları için yargılanan Can Dündar ve Erdem Gül’e destek için oradaydık. Gazeteciler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri, bu haksızlığa dayanamadığı için gelen çok sayıda insan duruşma salonuna sığmadı. Akademisyenlerin bir kısmı orada bir kısmı da Silivri’de tutuklu arkadaşlarımız için Özgürlük Nöbeti’ndeydi. Adaletten yana çok umutlu olmamakla birlikte bir televizyon programında “Bunu onun yanına bırakmam” diyerek gazeteciliği kişisel bir intikama dönüştüren Cumhurbaşkanının hiçbir mağduriyeti olmamasına rağmen davaya müdahil olma talebinin kabul edeceğini hayal edemedik. İddianamenin kimsenin tanımadığı insanlar arası ilişkileri konu alan bölümleri hariç sadece Can Dündar ve Erdem Gül’ün yayınlanan haber ve yazılarından oluşmasına rağmen devlet sırrı gerekçesiyle kapalı yapılmasına karar verileceğini de…
Yarın Haber Nöbeti dahil olmak üzere pek çok gazeteci JINHA Muhabiri Beritan Canözer’in davası için Diyarbakır’da olacak. Sabiha Sertel’in anılarını aslında biraz bu yüzden seçtim. Sertel kendisinin kaleme aldığı Roman Gibi adlı kitabında bir kadın gazeteci olarak hem erkeklere hem de iktidara karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. Tan Baskını’nda hedef gösterilmelerine, matbaalarının, gazetelerinin yakılıp yıkılmasına rağmen suçlu ilan edilip hapiste geçirdiği günlerini sosyoloji eğitiminin saha çalışması gibi değerlendiriyor. Beritan, Sabiha Sertel ve daha nice kadın gazeteci gibi cesaretiyle, habere duyduğu heyecanla bu genç yaşında pek çok meslektaşına ilham oldu, olmaya devam edecek. Belki bir gün Sabiha Sertel gibi yaşadıklarını yazıp torununa ithaf edecek. Yarın özgürlüğüne kavuşması şu anda en büyük dileğimiz.
Bu topraklar maalesef ileri demokrasi vaadiyle gelip ilk işleri muhalif sesleri, gazetecileri susturmak olan nice iktidarlar gördü. Bazılarının adı ancak bir stada adı verildiği için hatırlanıyor. Daha önce de yazmıştım bunaldığımız günlerde geçmişe dönmek ilham veren hayat hikayelerini okumak çok iyi gelir. Yine Sabiha Sertel’le bitirelim: Yargılanacakları mahkemeye Cami Baykut, Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel bir taksiyle giderler. Adliye binasına geldiklerinde Zekeriya Sertel şoföre parayı uzatır. Şoför kim olduklarını sorar. Zekeriya Sertel yanındakileri tanıtır. Şoför “Ben Sabiha Sertel’den otomobil parası alır mıyım hiç?! O, bizim davamızı savunmak için buralara düştü” der. Bugün böyle şoförlere, öğretmenlere, mühendislere kısacası toplumun her kesiminden insanın desteğine daha fazla ihtiyacımız var. Hem tutuklu ve yargılanan arkadaşlarımıza onların yanında olduğumuzu göstermek, hem de davamız olan barışı, demokrasiyi savunmak için.
*Sabiha Sertel Roman Gibi adlı kitabının torununa ithaf yazısını “Savaş dolu bir hayatın hikâyesi…” diye bitirir. Kitap Can Yayınları tarafından geçtiğimiz yıl yeniden basıldı.
- Haberin telifi meselesi 03 Aralık 2024 06:30
- Marx’ın vampirleri ve medyanın yeni sermayedarları 26 Kasım 2024 06:48
- Gazetecileri yargıdan kim koruyacak? 18 Kasım 2024 04:30
- Etki ajanlığı: Muhalefet 'casusluk' sayılacak 12 Kasım 2024 05:00
- Etki ajanlığı: Tek yasayla çok yasak 05 Kasım 2024 05:02
- ‘Cesur Yeni Dünya’nın çocukları 13 Ekim 2024 04:22
- “Sınır hattı çok sıcak” 06 Ekim 2024 04:42
- Medya bir çocuğa kanat takıp ağladı, diğerini çöpe attı 29 Eylül 2024 05:05
- Narin’in kanatlarından melek olmaya çabalamak 15 Eylül 2024 04:53
- Özak Direnişi bitmedi 13 Eylül 2024 05:20
- Gazeteciliği S-400’lerle aynı kutuya mı koyalım, ayrı mı saralım? 01 Eylül 2024 04:52
- Kâr-zarar hesabıyla ‘dijital faşizm’ 10 Ağustos 2024 06:50