31 Mart 2016 00:33

Belirsizlik

Belirsizlik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP başkanlık sistemini zorlayan bir anayasa için hazırlıklara devam ederken Türkiye’deki belirsizlik artıyor. Geçtiğimiz hafta Newsweek’te Michael Rubin imzasıyla çıkan bir yazıda Türkiye’de gerçekleştirilecek bir askeri darbenin ABD ve Avrupa’dan ciddi bir tepkiyle karşılaşmayacağından bahsediliyordu (Newsweek, 24.03.2016). Yazı Türkiye’nin gündemine tabiri caizse bir göktaşı gibi düştü. Yazının amacı tam da bu olsa gerek: Darbe olasılığını kamuoyunda tartıştırmak, tepkileri ölçmek ve belki de bu düşünceyi bir olasılık olarak normalleştirmek. 
Konuyu dört gün köşesine taşıyan Orhan Bursalı “Rubin’ler, zaten ordunun defterini dürmüşlerdi, şimdi ise siyasal beklentilerine yanıt verecek bir ordu zaten bulunmuyor...” değerlendirmesinden sonra şöyle bitiriyor son yazısını: “Yani Rubin’lerin dış desteğinin tamam olmasının bir karşılığı yok. “Ayrıca Rubin’lerin temsil ettikleri, yani dıştaki irade, askerin çok duyarlı olduğu ‘bölünme’ düşüncesinin de destekçileri, yayıcıları ve hatta fiili uygulayıcıları... Dün, askerin defterini düren ve bugün de Kürt oluşumunun ardında duran Rubin’lerin, bugün hadi asker demesi, komik bir manzara oluşturuyor.” (Cumhuriyet, 29.03.2016) 
Bursalı’nın değerlendirmesini ele alalım: Birincisi, 19. yüzyıl Britanyalı Siyasetçi Lord Palmerston’ın belirttiği gibi siyasette “Ebedi dostlar ve düşmanlar yoktur, ebedi çıkarlar vardır.” Veya Demirel’in deyişiyle “Dün dündür, bugün bugündür.” AKP iktidarının Gülen Cemaati ve Ulusalcı/Avrasyacılarla ilişkilerinin tarihi bunun en çarpıcı kanıtıdır. Dolayısıyla dün ABD’nin TSK’nin bir bölümünün tasfiyesini desteklemiş olması bugün farklı bir politika izleyebileceği ihtimalini ortadan kaldırmaz. Yine akılda tutmak gerekir ki TSK’deki tasfiyenin Ulusalcı/Avrasyacı stratejiyi savunan bir grubu hedef aldığı ve Transatlantikçi yani Batıcı stratejiyi savunanlara ise dokunmadığı görünmektedir. Bu ayrımların Amerikalı diplomatlar tarafından yapıldığı WikiLeaks belgelerine de yansımıştı. AKP’nin TSK’ye yönelik icra ettiği tasfiye hareketi kuşkusuz bir kurum olarak TSK’nin siyasi prestijine ve toplumsal statüsüne zarar vermiştir ancak bunun onarılmaz bir etki olup olmadığı test edilmiş değildir. Savaş halinin devamı TSK’nin prestij ve statüsüne olumlu bir etki yapmaktadır.
İkincisi, TSK’nin Kürt meselesine dahlinde farklı momentler olduğunu tespit etmek gerekir. Geçtiğimiz ağustosta yüzbaşı kardeşinin cenazesinde “şu güne kadar ‘çözüm’ diyenler neden şimdi ‘sonuna kadar savaş’ diyor” diye isyan eden yarbayı (Hürriyet, 23.08.2015) ve yarbaya cevaben eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda Sözcü gazetesine yazdığı açık mektubu (Sözcü, 30.08.2015) hatırlamakta fayda var. O günden bugüne AKP’nin TSK’nin tam desteğine muhtaç olduğunu ve bu ihtiyacın TSK’yi siyaseten güçlendirdiğini gözlemlemek için uzman olmaya gerek yok. Son olarak Saygı Öztürk, Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan’ın AKP’ye yönelik eleştirilerini köşesine taşıdı. Buna göre İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arasındaki Emniyet Asayiş (EMASYA) protokolüne AKP tarafından son verilmesi büyük bir hataydı. Şöyle yazıyor Öztürk: “Bu protokol uyarınca asker, kendi görev alanlarıyla emniyet ile birlikte plan hazırlıyor, sokak çatışmalarına karşı da askerler eğitiliyordu. ‘Aman bu plan darbe planıdır’ naraları sonucu protokolün birçok maddesi uygulamadan kaldırıldı. Bugün, Güneydoğu’da operasyon yapılan ilçelerde ‘Askerin meskun mahalde çatışma eğitimi almadan gönderilmesi’ yüzünden sıkıntılar yaşandığı belirtiliyor. Bunu yapan da AKP oldu.” (Sözcü, 30.03.2016) Bu konuda EMASYA’ya benzer bir statünün hükümetle TSK arasında görüşüldüğünü haberlerden anlıyoruz: İsmet Berkant’ın aktardığı bilgilere bakılırsa hükümet bölgede görev yapan TSK üyelerinin suçlanmasını engellemek için yeni bir dokunulmazlık yasası üzerinde çalışıyor (Hürriyet, 11.03.2016).
Sonuçta tarih gösterir ki iktidarın şu ya da bu nedenle silah zoruna başvurduğu her yerde silahı fiilen elinde tutan güçlenir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın harp akademilerinde subaylara yaptığı konuşmada kendisinin başkomutan olduğunu hatırlatması elbette anayasal açıdan tartışılmaz bir doğrudur. Ancak anayasanın kendisinin bizzat başkanlık sistemini fiilen uygulamaya çalışan kadrolar eliyle muğlaklaştırıldığını da iddia etmek mümkün. Parlamenter sistemin çözüm süreciyle beraber buzdolabına alındığı bir ülkede hukuk öngörülebilir olma işlevini yitiriyor ve dolayısıyla meşruiyet üretebilme kapasitesi azalıyor. 
Tartışmalara Hasan Cemal şu soruyla katılıyor: “Erdoğan mı değişti, asker mi? Asker mi Erdoğan’a teslim oldu? Yoksa Erdoğan mı askere teslim?” (T24, 30.03.2016) Sanırım bu soruların sorulması bile içine girdiğimiz dönemin belirsizliğini göstermeye yetiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa