Brookings konuşmasının kısa bir performans analizi
Cumhurbaşkanı Erdoğan perşembe günü Washington DC’deki Brookings Enstitüsünde bir konuşma yaptı. Enstitünün Başkanı Strobe Talbott Erdoğan’ı takdim ederken konuşmanın mutlak bir gerçekliği değil belirli bir perspektifi yansıtacağını ima ediyordu. Talbott şöyle dedi: “Türkiye için zor bir dönem. Perspektifimiz ne olursa olsun, sıkıntıların bölgede barışa katkı sunan, demokratik değerleri yükselten bir şekilde çözülmesini umut ediyoruz. Şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın perspektifini duymak istiyoruz” Bu takdim, Türkiye’ye dair farklı perspektiflerin, deneyimlerin, anlatıların varlığına belli belirsiz de olsa işaret ederken, Cumhurbaşkanının kırk küsur dakikalık konuşmasını ve soru cevap seansını retorik açıdan değerlendirmemize de kapı aralıyordu.
Kamusal konuşmalar ya da siyasi söylev performansları, toplumsal tahayyüle, kültüre, siyasal anlayışlara açılan pencereler olduğu kadar, performansı sergileyen kişinin dünyayı gördüğü perspektife dair de önemli bilgiler verebilir. Zira konuşmacı, gerçek olanla kendi tahayyülü arasında, söylevi aracılığıyla bir köprü kurmak zorundadır. Bu, hiç kolay bir iş değildir. Özellikle de, seyircinin gerçekle teması, gerçeklik anlayışı konuşmacının durduğu yerin epey ötesindeyse...
Artık alışageldiğimiz retorik kurgu Brookings’de de karşımıza çıktı. Düşmanca saldırılar karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’da vücut bulan mağdur, fedakar, cefakar bir Türkiye... Erdoğan Türkiye’nin Ortadoğu’daki yangın tarafından kuşatılmış bir ülke olduğunu, tüm bu kuşatılmışlığa rağmen Türkiye’nin insani yaklaşımını hiç elden bırakmadığını söylediğinde Türkiye’yi bölgede yaşananların nesnesi olarak resmediyordu. Bu mağduriyet kurgusunun en belirgin işlevi, krizlerin oluşmasında oynanan ve sorumluluk almayı gerektiren aktif rolün üstünü örtmek olsa gerek.
Bir diğer başlıkta konuşmacı demokratik standartlar ve insan hakları bakımından’ Türkiye’ye yönelik asılsız iddialardan’ söz açtı. İşte o zaman, söylevle gerçeklik arasında gitgide açılan pergelin retorik araçlarla kapatılıp kapatılmayacağı testine bir kez daha maruz kaldık. Zira tam da Brookings’deki konuşma esnasında, barış bildirisini imzaladığı için tutuklanan akademisyen sayısı dörde yükseldi. Diğer üç hoca ile birlikte hakkında yakalama kararı çıktığında yurt dışında bulunan Akademisyen Meral Camcı kendi rızası ile Türkiye’ye dönmüş ama kaçma ihtimaline karşın tutuklanmıştı. O esnada Cumhurbaşkanı, Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü alanlarının genişletilmiş ve hukuk devleti ilkesinin güçlendirilmiş olmasından söz ediyor, demokratik haklar açısından Türkiye’den daha ileri seviyede bir ülke olmadığını söylüyordu. Tüm bunlara rağmen hâlâ Türkiye’yi eleştirenlerin, düşmanca yaklaşımlara sahip olduğunu ilerleyen dakikalarda bir kez daha ifade edecekti. Konuşmanın yapıldığı binanın dışındaki protestocular düşman, Türkiye cezaevlerindeki gazeteciler de gazeteci değil teröristti. Alışageldiğimiz bir retorik araç bir kez daha karşımızdaydı: ya bizdendir, ya onlardan.
Cumhurbaşkanının Brookings konuşması bizim bildiğimiz ama oradaki izleyicilerin çoğuna tanıdık olmayan bir takım araçlar üzerine inşa oluyordu. Aslında bu anlatı, kendi dünyası içinde ve görünüşte tutarlı bir anlatıydı. Ancak soru cevap kısmında performansın zayıfladığını, kurulan anlam dünyasında tutarsızlık çatlaklarının görünür hale geldiğini not etmek lazım. Basın özgürlüğü ve tutuklu gazeteciler ile ilgili soruya elde bir dosya ve detaylı fakat esasa dokunmayan bir hazırlıkla gelinmiş olması Türkiye’de olduğu iddia edilen yüksek ifade ve basın özgürlüğü standartlarını reddeder bir hareketti. Tutuklu gazetecilerin sadece ikisinin sarı basın kartının olduğunun ifade edilmesi, ancak dar bir izleyici kitlesinde anlam karşılığı olan, performansın bütünlüğünü zayıflatan gereksiz bir bilgiydi ve bir garip mazeret olarak algılanmaya mahkumdu. Yine, hakaret ve eleştiri arasındaki çizgiyi nasıl belirleyeceğiz; bu ayrım davalara, tutuklamalara yol açabilen analitik bir ayrım olabilir mi soruları zihinlerde cevapsız kaldı. Son olarak, söylevde vücut dili çok önemlidir. Brookings’in önündeki protestocularla ilgili olarak ‘Dışarıda bağırıp çağıran illegal görüntüdeki birkaç kişi’ derken konuşmacının yüzündeki alaycı ifadenin oradaki izleyicide iyi yansımasını beklememek lazım. Özellikle de korumalar gazetecileri tartaklamış ve onlara hakarette bulunmuşken.
Neyse ki kısa zamanda konuşmanın da üzerinde yükseldiği ve aslında yıllardır nakış gibi dokunan retorik çizgiye geri dönüldü: İsteyen istediğini söylesin, bağıran bağırsın, çağıran çağırsın. yüzde 52 ile seçilmiş bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız ve altyapı, üstyapı hizmetlerine hız kesmeden devam ediliyor. Bu retorik eksen oradaki izleyicide nasıl yansıdı, onu şimdilik bilemiyoruz tabii.
Evrensel'i Takip Et