3 Nisan 2016

Troya’ya isteksiz gittiler

Kraliçe Penelopeya; birçok sınamalardan sonra, dilenci kılığında sarayına sığınan yaşlı adamın, Troya savaşlarından yirmi yıl sonra yuvasına dönebilen kocası kral Odisseus olduğundan artık kuşku duymuyordu.
Kraliçe mahzun Penelopeya’yla Odisseus hep konuşuyor, uyuyamıyorlardı bir türlü. Arada bir gülse de, sık sık gözleri yaşlarıyordu Peneloeya’nın... Ve tanrıça Atena o gece araya girmeseydi, dünyamızı her sabah yeşile, maviye ve safran sarısına boyayan gül parmaklı şafak tanrıçası Eos, hasret gideren Odisseus’la Penelopeya’yı, öylece gözyaşları içinde bulacaktı...
Tanrıça Atena o gece; hem tanrıça Eos’u, hem de güneşi gökyüzünde koşturan atları, üç gün sürecek uykulara daldırdı. Böylece sürüp giden o çok uzun süren gece içinde kraliçe Penelopeya; “Halklarıyla birlikte ne güzel mutlu mutlu yaşarlarken, Troya savaşına katılma nedenini sordu” bir ara kocasına... Kocası Odisseus da o günkü koşullardan ve kendisinden kısaca söz etti sevgili, acılı karısına...

GERÇEKTE ODİSSEUS KİMDİ, NASIL BİRİYDİ?

Gerçekten de o Troya savaşından önceki koşullarda herkes, İtake adasının kralı Laertes’in oğlu olarak biliyordu Odisseus’u... Oysa anası, kral Laertes’le evlenirken ünlü kral Sisifos’tan gebeydi! Zaten Odisseus da, bütün kurnazlığı ve cin gibi akıllılığıyla, gerçek babası Sisifos’un hık deyip burnundan düşmüş gibiydi! Ve Sisifos da bu yüzden, büyük bir kayayı yüksek bir dağın öte tarafına aşırma cezasıyla cezalandırılmıştı tanrılarca!..
Babası sayılan Leartes’ten sonra tahta geçtiği sıralarda Odisseus da, Baştanrı Zeus’un güzel kızı Helena’yla evlenmek isteyen damat adayı kralların ve prenslerin arasına katıldı... Ne var ki damat olamayacağını sezinleyince, şöyle bir öneri attı ortaya: Güzel Helena, damat adaylarından birini gönlünce seçsin. Seçeceği kişiye de herkes saygı göstersin. Geçen zaman içinde  Helena’ya bir şey olursa, bütün damat adayları ona arka çıksın.... Bu öneri bütün adaylarca kabul edildi. Bunun üzerine Helena da kalkıp kral Menelaus’u kendine eş seçti. Odisseus da gidip Helena’nın amacasının kızı, güzel ve soylu Penelopeya ile evlendi. Bu evliliklerinden Telemahos adlı bir oğlan çocukları oldu... Şafak tanrıçası Eos.

BAŞKRAL, SAVAŞ BUYRUĞU ALMIŞTI BAŞTANRI’DAN

Gerçekten de Odisseus kesinlikle savaş düşkünü bir kral değildi. O; bu dünyanın nimetlerine bağlı, sürüleriyle ve toprakla uğraşmayı seven, doğanın gizemlerini çözmeye çalışan biriydi. Üstelik diğer krallar gibi komşu halkları savaş yoluyla sömürmeyi hiç düşünmezdi... Kısacası halkı ve çok sevdiği çoluk çocuğuyla, sorunsuz yaşayıp gidiyordu... Ne var ki günün birinde Troya prensi yakışıklı Paris, bir iş için Yunanistan’a gelmişti. Ve evli barklı güzel Helena; tanrıça Afrodit’in saldığı aşk okları yüzünden, saraylarında ağırladığı Paris’e deli divane vuruluverdi ve onunla Troya sarayına kaçtı! Yunaistanlı Başkral Agamemnon da bunu büyük bir fırsat bilip hemen Troya’ya savaş açtı. Gerekçe olarak da, Baştanrı Zeus’la birkaç kez konuştuğunu ve kendisini Helena’nın namusunu temizlemekle görevlendirdiğini ileri sürdü! Ne var ki Odisseus da, onun asıl niyetinin, çok varsıl Troya’nın hazinelerini yağmalamak ve oradan güzel kadın-kız köleler devşirmek olduğunu göremeyecek denli safdil de değildi!

AHİLLEUS, SİLAHLA İLGİLENİRKEN

Artık Başkral Agamemnon; birzamanlar  Odisseus’un Helena konusundaki önerisine dayanarak, bütün kent krallarının savaşa katılmasını istedi. Ne var ki savaşlardan iğrenen Odisseus da, kendisini savaşa götürmek için gelen Agamemnon’un elçilerine delirmiş numarası yaptı!
Deniz kıyısındaki kumların üstüne tuz ekti. Sonra da öküzleriyle, kumlu sahili sürmeye başladı!.. Ama kendisini izleyen elçilerden birinin kafası bu oyuna pek yatmadı! Bu yüzden öküzlerin geçeceği yere, Odisseus’un kundaktaki oğlu Telemahos’u koydu! Haliyle Odisseus da, oğlunu çiğnetmemek için hemen öküzlerin yönünü değiştiriverdi!.. Böylece kendini ele veren Odisseus, Troya savaşına katılmak zorunda kaldı...

TETİS DE OĞLUNUN SAVAŞMASINI İSTEMİYORDU

Tanrıça Tetis de, talan amaçlı Troya savaşına oğlu Ahilleus’un katılmasını istemiyordu. Çünkü oğlu Ahilleus; bir gün patlayacak Troya savaşına katılırsa,  gerçi Troya düşecek, oğlu büyük bir ün kazanacaktı... Ama savaş sırasında da, gencecik ölecekti!.. İşte bütün bunları bilen tanrıça Tetis; daha bebekken oğlu Ahilleus’u kendisi gibi ölümsüzleşmeye karar vermişti. Bu yolla oğlu Ahilleus’un dünyamızda güzel şeyler gerçekleştirmesini istiyordu... O yüzden de onu ayak bileğinden tutup ateşin üstünde tavlamış ve Stiks ırmağının sularıyla yıkamıştı: Böylece Ahilleus’un ölümlü hücrelerini yok etmişti. Ne var ki eliyle tuttuğu topuğu ateş görmediği için, orası silahlara karşı tek duyarlı yeri olarak kalmıştı! Tanrıça Tetis bunu da bildiğinden, savaşa katılıp gencecik ölmemesi için onu kız çocuğu kılığına sokup, hep kız çocukları olan kral Likomedes’in sarayına göndermişti...
Ama Troya savaşı başlayınca ünlü bilici Kalhas; Başkral Agamemnon’a, Ahilleus olmadan Troya’nın düşmeyeceğini söylemiş ve kız kılığında onun saklandığı yeri de açıklamıştı!.. Artık Troya’yı yağmalayacak ve sonunda ateşe verecek işgal ordularından birinin komutanı olacak Ahilleus da böylece, Odisseus örneği, istemeden savaşa bulaşmıştı!...
Duraklaya duraklaya da olsa Odisseus; o uzun gece süresince, bu gerçekleri karısı Penelopeya’ya iyice anlatmaya çalıştı...

(*) Mitolojiyle ilgilenen okurlarımıza aşağıdaki kitapları öneriyorum:
-.AKDENİZLİ TANRILAR (Y. ATAN-Evrensel Yayınları, 2. baskı).
-.AKDENİZ MİTOLOGYASNDAN EFSANELER (Y. ATAN-Evrensel Yayınları.)

Evrensel'i Takip Et