Halimiz ahvalimiz meselesi (9)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Evvel zaman içinde henüz ilkokuldayken, “alfabe”nin kargacık burgacık harflerini “kara tahta” üzerinde tebeşirle çizerek veya evden taşıyıp getirdiğimiz minik bez torbalar içindeki fasulye, nohut tanelerini oturduğumuz sıralarda yan yana dizerek teker teker ezberletip öğreten, çat pat okumayı söktükten sonra da, öncelikle “hayat bilgisi”
derslerinde bizleri hemen her konuda bilgilendiren örtmen”lerimiz, daha ilerki sınıflarda bu kez de kulaklarımıza ikide bir şunu fısıldıyorlardı:
“İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz!”
Kimisi dişi, kimileri de erkek olan tüm öğretmenlerimiz, bizlerin birer “yurttaş” olarak, yüce devletimizin nezdinde bir diğerinden zerre kadar farkımızın olmadığını, “yurttaşlık bilgisi” derslerinde belletip durdular ama onların bütün bu gayretlerine rağmen, özellikle şu günlerde memleket sathındaki olaylara bakılırsa; görünen o ki, gerçekten de bir zamanlar “fasulye, nohut”la başlayıp zaman içinde bilgisayarlarla süregelelen “modern” eğitim sonucunda ülke genelinde “okur-yazar” oranımız bir taraftan artarken, öte yandan bu “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” tahtında memleketin hali, ahvali maalesef nanay!
Nitekim Osmanlı ecdadımızın ardından topraklarımıza göz diken “yedi düveli”, fi tarihinde geldikleri yerlere gerisin geri postalayıp, kimilerini de Akdeniz’in tuzlu, bol balıklı sularına tüm günahlarıyla birlikte gömdükten sonra, kurduğumuz cumhuriyetin bir bakıma “logo”suna dönüşen bu “kaynaşmış kitle” deyiminin aslında bir türlü “maya” tutmadığını, keza yine içinde debelenip durduğumuz memleket manzaraları açıkça sergiliyor...
Kirvem, bugün sanki biraz da maziyi yad edip bu mektubu karalarken, yine her zamanki gibi bir türlü akıl sır erdiremediğim şu bizim memleket meseleleri karşısında çaresiz-liğin verdiği bir “hal ve ahval” içinde şaşkın ördek misali acaba neden mi yalpalıyorum?
Yalpalıyorum; çünkü cennet vatanımızın bitip tükenmeyen irili ufaklı bilumum sorunlarına çözüm üretip, dolayısıyla hepsinin köküne kibrit suyu dökmek için ellerini her taşın altına, gövdelerini her sivri kayanın dibine gömmekten yana çırpınıp duran, hepsi de birbirinden muhterem olan “devletlular”ımızın safında, onların gölgesinde, imtiyazsız sınıfsız bir kitlenin naçizane bir ferdi olarak yer almayı, gerektiğinde “vatan, millet” uğruna en azından bir baltaya sap olmayı aklım sıra düşünürken, bu konuda nedense hep yaya kaldığım için kendi adıma utanıp, kahroluyorum!
Evet, bir zamanlar, yani develerin tellal olduğu o “Eski Türkiye”de, imtiyazsız sınıfsız bir kitle olduğumuzu kulaklarımıza fısıldayıp duran “örtmen”lerimizin ardından, akıp giden sularla birlikte zaman tünelinde gele gele nihayet kapısına dayandığımız “Yeni Türkiye”de, “imtiyazsız sınıfsız bir kitle” yerine, şu sıralar sabah akşam bıkıp usanmadan “birlik ve beraberlik” türküleri çığırıp çağırdığımıza bakılırsa; demek ki “eski” veya “yeni” Türkiye’de bu bapta aynı tas aynı hamam kulvarında yolumuza berdevam Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30