Her yerinden dökülen mozaik
Fotoğraf: Envato
İki hafta önce, düşünmeye, düşünce sürecine, düşünme biçimine ve yaratıcılık ürünü fikir gelişimine ipotek koymanın araçlarından biri olan ve otoriter devletin tanımladığı şekliyle düşünce suçunu önlemenin bir aracı olarak kullanılan sınav aygıtı hakkında yazmıştım. Bu hafta da bu konudan devamla, sınavlara verilen notların ne anlama geldiği ve bu şekilde yapılandırılmış bir sistemin olası sonuçlarından biri üzerinde duracağım.
Sınav, öğrencinin dayatılmış müfredatı öğrenip öğrenmediğini test eden bir araç ise, sınavlara verilen notlar da bu öğrenme düzeyini veya son yazımda vurguladığım şekliyle dayatılmış müfredatın hakimiyeti altına girme düzeyini gösteren bir gösterge. Aslında sınavların yapılma amacı ve sınavların notlarla ölçülüp değerlendirilmesi eğitim bilimine göre bireylerin öğrenmesi gereken belirli konularda eksikliklerini saptamak ve bu eksiklikleri tamamlayıcı çalışma yapmak… Ancak sınavın ve sınav notunun kullanım biçimi, insanların otoriter kişilik yapılanması ve kapitalist üretim biçiminin dinamikleri ile birleşince, eğitim biliminin gerektirdiği şekilde gerçekleşmiyor. Psikolojik danışmanların uğraşmak (ilgilenmek) zorunda (durumunda) kaldığı (olduğu) sınav kaygısı da ağırlıklı olarak bu sözünü ettiğimiz dinamikler nedeniyle ortaya çıkıyor. Bu dinamikler baskın çıktığında psikolojik danışmanlar da ilgilenmek durumunda olmak yerine uğraşmak zorunda kalıyorlar. Çünkü bizzat psikolojik danışmanların birçoğu bu sürecin mağdurları arasında bulunduğundan öğrencinin sınav kaygısıyla başa çıkması yolunda onlara yardımcı olmakta zorlanıyorlar.
Sınav notu hesaplamak demek aynı zamanda bir aritmetik ortalama hesaplamak demek… Dolayısıyla ortalamanın altında ve üstünde olan öğrencileri belirlemek demek… Böylece bireylere şu mesaj verilmiş oluyor: “Sen başarılısın, üst öğretim kurumuna geçebilirsin, mezun olabilirsin, şu sertifikayı ya da belgeyi alabilirsin. Ama sen başarısızsın, üst öğretim kurumuna geçemezsin, mezun olamazsın, şu sertifikayı ya da belgeyi alamazsın.” Başarısızlık mesajını alan birey, hangi nedenlerden dolayı gerekli notları alamadıysa, bu önemli olmuyor. Veya öğretmenden öğretmene keyfi olarak değişkenlik gösteren ders işleme biçimi, sınav sorusu sorma biçimine göre aslında başarısızlık durumu da değişkenlik gösterebiliyor. Bir öğretmen tarafından başarısız olarak değerlendirilen bir öğrenci başka bir öğretmen tarafından başarılı olarak değerlendirilebiliyor.Bu göreceli durumlar nedeniyle kuramsal temele kavuşturulmaya çalışılan ölçme ve değerlendirme süreci bu sefer de araç olmaktan çıkıp amaca dönüşüyor ve öğretmenler aslında hangi nedenle ölçme ve değerlendirme yaptıklarını unutur hale geliyorlar: Toplumun çocuklarının gelişimi için mi, yoksa toplumun çocuklarını, yetenek ve becerileri açısından en geçerli ve en güvenilir bir şekilde birbirinden ayırıp ilgili ekonomik sektörlere ve toplumsal sınıflara yerleştirmek için mi?
Böyle bir sürecin parçası olan öğrenci de öğrenmek için okula gitmek yerine içten içe sınıf atlamak için gerekli notu almak amacını sahiplenmiş olarak buluyor kendisini. Bundan dolayı da, “Her yol mübahtır” diyerek kopya çekmeye çalışıyor, falanca hocadan en yüksek notu nasıl alabileceği üzerine kafa yoruyor, üniversiteye gelince filanca dersi hangi hocadan alırsa daha yüksek not alabileceğini hesaplıyor, amacına uygun notu hocadan alabilmek için nasıl yalakalık(!) yapabileceğini düşünüyor. Sistem, teknolojik altyapısı itibariyle zaten az sayıda kalifiye elemanla döndürülebilir hale gelmeye başladığı için yukarıda yazdıklarımızın eğitim bilimleri açısından hiçbir önemi kalmamış oluyor. Sistem açısından hem amaca uygun insan yetiştirilmiş oluyor hem de sistem dönmeye devam ediyor. İnsanların otoriter kişilik yapılanması nedeniyle niteliksiz yetişmiş elemanlar da gayet etkili bir şekilde sisteme uyum sağlayabildikleri için de hiçbir sıkıntı yokmuş gibi görünüyor.
Bu sürecin yavaş yavaş ve ustalıklı bir şekilde yönetilerek benimsetildiği büyük ekonomik ve siyasi güçlerin yönettiği ülkelere karşı, Türkiye gibi hâlâ gelişmekte olan ülke statüsünde olan ülkelerde ise geç kalmışlık hissiyatıyla bu süreç daha katı ve daha otoriter biçimde ve daha beceriksizce yürütülüyor. Ani ve sık yapılan değişiklikler, adaletsizce atılan ve insanların adalet duygusunu zedeleyen sözde kalkınma adımları (Ki bu adımlar genelde torba yasalarla hayat buluyor) bireysel ve kültürel farklılıkların da (din, dil, ırk, siyasi görüş, mezhep, etnisite, cinsiyet, cinsel yönelim, vs.) hiçe sayılmasını beraberinde getiriyor. Farklar hiçe sayılınca o çok övünülen kültürel mozaik de (Ki zaten zorla yapıştırma bir mozaikti) yavaş yavaş dökülmeye, parçalanmaya başlıyor. Oysaki bireysel ve kültürel farklılıkların saygı gördüğü bir toplumda bütün farklılıkları dikkate alan bir müfredata, ders işleme biçimine, sınava (veya sınavsızlığa) veya ölçme ve değerlendirmeye ya da sayısal ölçme ve değerlendirmenin yapılmadığı bir eğitim sistemine ihtiyaç var.
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13