08 Nisan 2016 01:00

Mutfakta biri mi var?

Mutfakta biri mi var?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün size Panama Belgeleri ve gazetecilik onuru üzerine bir yazı yazacaktım. Hani şu Panama merkezli bir hukuk firmasından yayılan ve dünya çapında 12 liderle 143 politikacının kirli para aklama işlerini ortaya döken gizli belgelerden. Panama Belgelerini ortaya çıkartan ekiple yine sızıntı belgeler konusunda uzmanlığıyla tanıdığımız Wikileaks arasında bir atışma yaşandı dün. Wikileaks’çiler Panama Belgelerinin Amerika Birleşik Devletleri ile George Soros’un da dahil olduğu bir çıkar grubu tarafından Rusya’yı ve tabii Putin’i hedef alarak yayımlandığını iddia ediyor. Belgelerde bahsi geçen olaylar her ne kadar doğru olsa da, haberlerin kim tarafından ve nasıl bir motivasyonla yayımlandığının da gazetecilik onuru açısından önemli olduğunu söylüyorlar. Tartışmaya değer bir konu…

İşte ben de bugün gazetecilik onuru, habercilik etiği gibi konulardan bahsederim bu vesileyle diyordum. Sonra birden kendi kendime hayret ettim. Bugün Türkiye’de hâlâ herhangi bir meslek grubunun onurundan, etiğinden bahsetmenin absürt kaçacağına kanaat getirdim. Bu kanaatimin haklı nedenleri var. Çünkü ben, bizim artık toplumca büyük bir çürüme batağında sürüklendiğimizi, vicdani ve ahlaki olarak yerlerde süründüğümüzü düşünüyorum. Bu düşüncemi destekleyen yeni ve çok üzücü olaylar her gün ortaya dökülmekte. Örneğin, bu hafta açıklanan bağımsız avukatların Cizre raporu… Bu rapor, toplumca nasıl bir suç kabusu batağında debelendiğimizin açık bir göstergesi. Bölgede yaşanan savaş sırasında işlenen insanlık suçlarının bilançosu, bize Miloseviç barbarlığını anımsatıyor. Memeleri kesilen kadınlardan, gözleri oyulan cesetlerden, ağır cisimlerle üzerlerinden geçilerek ezilip öldürüldükleri tespit edilen insan bedenlerinden bahsediyor rapor. Normal şartlar altında, hukuki, insani ve vicdani olarak gelişmiş her toplumda böyle bir raporun ortalığı birbirine katması, savcıların derhal harekete geçmesi, suçluların tespit edilmesi ve kamunun da bu süreci destekleyen büyük eylemler yapması gerekir. Oysa bizim toplumda büyük bir sessizlik var. Türkiye sanki topluca kötülüğe yatmış. Ülke bu insanlık suçlarına karşı üç maymunu oynuyor ve topluca içine gark olduğumuz kötülük çukurunda survivor izlerken “Mutfakta biri mi var?” diyerek havaya bakıyoruz. Sanki “orada” yaşanan insanlık suçları bizden habersiz işleniyor. Hayır, bizden habersiz değil, bize rağmen işleniyor.   

Şimdi böylesine kirlenmiş bir toplumda gazetecilik etiği, meslek onuru anlatmak da abesle iştigal değil mi? Deveye boynun eğri demişler, “Nerem doğru ki?” demiş. Her taraftan dökülüyoruz. Ama özellikle ahlaki olarak dibe vurduk. Hem de iffeti, bedenlerin muhafazakârlaşması gerektiğini, bireyin değil, toplumun ahlakının önde olduğunu vaaz eden İslamcı bir iktidar döneminde oldu bu. Geçenlerde haberlerde okumuşsunuzdur, AKP’li bir belediye başkanının kadına tacizden yargılanan kardeşi mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Benzer bir şekilde, 8 yaşındaki kızını kendi erkek arkadaşıyla ilişkiye girmesi için zorlayan anne de “Fiil gerçekleşmediği için” suçsuz bulunmuş. Ama bu anne küçücük evladına sırf sevgilisine yaranmak için porno filmler filan izletip “fiile” hazırlamaya çalışmış. Mahkemelere göre orası mühim değil. Adalet çok enteresan bir mantıkla çalışıyor bizim çukurda. Çünkü aynı mahkemeler barış, adalet, insan hakları diyen akademisyenler için hem tutuklu yargılanma kararı veriyor, hem de 7.5 yıl ceza istiyor. Aynı mahkemeler, Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de haber peşinde koşarken yakaladığı gazetecileri cezaevine atıyor, uzun tutukluluk süreleriyle yargılamadan cezalandırıyor. Nasıl olsa toplum sessiz. Nasıl olsa “Ne yapıyorsun sen kardeşim?” diyen yok.

Burası artık bir cinnet ülkesi. Sanki bir distopyada yaşıyoruz. Çocuklarımızı en muhafazakar, en ahlakçı, en dindar olduğunu iddia eden hükümet döneminde taciz ve tecavüzlerden koruyamıyoruz. Cezaevlerinde devletin korumasında olması gereken çocuklara tecavüz ediyoruz. Fakir çocuklar dini vakıf kisvesi altında pedofil hocalara teslim ediliyor. Gencecik çocukların sistematik tacize uğradığı vakıfların kamu spotunu devlet televizyonunda yayımlamayı zorunlu tutuyoruz. Onu geçtim, kendi evlatlarının uğradığı taciz ve tecavüzü şikayet etmekten korkan aileler var. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyor insan. Şimdi bu ülkede asker Cizre’de kadın memesi kesmiş, insanların ölü bedenlerine işkence etmiş, “kim takar”, noktasındayız. Bu noktaya varmış olmak, dibin dibini görmek demektir. Bu gidişimiz iyiye alamet değil. Toplum olarak çok kirlendik. Çok suç işledik. Bizzat bu suçların faili olmamak bizi temize çıkarmıyor; umarsızca “Mutfakta biri mi var?” diyerek çekirdek çitlemeye devam etmemiz bizi sadece o suça ortak ediyor.

Biz acilen temizlenmeli, yeni, rasyonel ve etik bir toplumsal yapı kurmalı, eğitim sistemini total olarak yenileyip ders kitaplarını hümanist ve çağdaş bir içerikle yeniden yazmalı ve hukukla adaletin suçluyu cezalandıran, masumun ise hakkını koruyan kollayan bir yapıya bürünmesini sağlamalıyız. Çocuklarımıza insan ve doğa sevgisini, barışın gerekliliğini, hak, hukuk ve adaleti, onların küçük bedenlerine sahip çıkmamız ve onları korumamız gerektiğini yeniden anlatmalıyız. Ve elbette anlatmakla kalmamalı, onları kötülerden korumalıyız. Aksi taktirde sonumuz dibin dibinin de dibidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa