Ruhumuzun bu haline bahar gelir mi?
Fotoğraf: Envato
Bir kentin festivalleri o kente düşen mevsimleri çerçeveler. Festivaller, kente özgü bir ritimle akıp giden zamanı işaretler. Bahar her yıl İstanbul’a biraz da İstanbul Film Festivali başlayınca gelir mesela. Sinemaseverler kış kovuklarından festival filmleri için çıkar, olmayacak zamanlarda sinemalara koşar, işten kaçarak ya da uykudan çalarak katıldıkları seansların sonunda kimi çok film izlemekten yorgun düşmüş, kimi festival havasını yeterince soluyamamış olmaktan hayıflanır. Sonra, sinemayla dolu günler biter, ödüller verilir, konuklar gider. Geriye tatlı bir bahar havası kalır... Eninde sonunda, bu mevsim ve festivali İstanbul’a çok yakışır; yakışıklı bahar kente keyifli bir rehavet bırakır.
35. İstanbul Film Festivali 7 Nisan’da başladı. 17 Nisan’a kadar 200’ü aşkın filmin gösterileceği festivalde dünya sinemasından ünlü isimlerin katılımıyla çok sayıda etkinlik de gerçekleştirilecek. Sohbetler, konserler, yarışmalar derken festival programı yoğun. Ruhumuzun halini bir kenara bırakacak olursak, İstanbul Film Festivali bu kente yine yakıştı. Yakıştı yakışmasına ama ruhumuzun halini bir kenara bırakmak ne mümkün. Savaş, yıkım, sürgün, ölüm, yalan ve propaganda... Günlerimizi, mevsimlerimizi her şeyden önce ve en hafif deyimle bu kelimeler çerçeveliyor. Yanında bir de absürtlükler silsilesi...
Başbakanlık tarafından Sur Yeniden başlığıyla yayımlanan tanıtım videosu ‘Binlerce yıllık bu tarihi topraklar canlanıyor, bereket hikayesi yeniden yazılıyor; yeni Sur’da süs havuzlarının sesi çocuk seslerine karışacak, Selçuklu ve Osmanlı motifleriyle Diyarbakır şenlenecek’ diyor. Başbakan Davutoğlu dönüşüm için talimat verdiğini ve arkadaşlarını görevlendirdiğini anlatıyor tanıtımda. Aynı günlerde Sur’da uygulanan yüz üç günlük sokağa çıkma yasağı sırasında yıkılan evlerin hafriyatlarının döküldüğü alanda bir kadın cenazesi bulunuyor. Molozların arasında.
Bitlis’te Ahlat Devlet Hastanesinde görev yapan Doktor Serdar Nemli kaymakamlık tarafından görevinden uzaklaştırılıyor. Gerekçe Nemli’nin Newroz kutlamasına katılması ve Newroz alanından paylaştığı fotoğraflar. Doktor Serdar Nemli, Ahlat’ın tek kadın doğum doktoru.
Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun resmi gazetede yayımlandığı haftanın başında elli milyon yurttaşın kişisel bilgilerinin internete sızdığını öğreniyoruz. Yetkililerden tatmin edici açıklamalar gelmediği gibi, televizyon programlarını her akşam ne vasıfla işgal ettiklerini bilemediğimiz güvenlik uzmanlarının konuyla ilgili bilip bilmeden yaptıkları yorumlara maruz kalıyoruz.
Bir yandan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “NASA’nın meteorolojik hava tahminleri, bizim gerimizde. NASA da kim oluyor? Onların uyduları varsa, bizim de Göktürk’ümüz var” diye nedenini anlamadığımız bir çıkış yapıyor. Öbür yandan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ‘Cumhurbaşkanımızın terör yandaşları vatandaşlıktan çıkarılacak sözleri bizim için talimattır’ diyor. MSGSÜ’de bir hocanın bunlar terör yandaşı diye şikayet ettiği onlarca öğrenci polis tarafından gözaltına alınıyor. Sivil toplum örgütleri, gazeteciler, akademisyenler yaftalanmaya devam ediyor. ‘Ya bizdensin ya onlardan’ adlı filmde absürtlükler silsilesinin sonu bir türlü gelmiyor.
NÜKLEER ENERJİYLE TARİHİ İMTİHANIMIZ: NÜKLEER ALATURKA
Sinema, özellikle de belgesel sinema absürtlüklere rağmen gerçekle temasımızı kuran bir platform olmaya devam ediyor. Can Candan’ın yapımı devam eden yeni belgeseli Nükleer Alaturka, Türkiye’nin bilmediğimiz ya da unuttuğumuz, unutturulduğumuz trajik, komik ve absürt nükleer hikayelerine odaklanıyor. Yönetmen Can Candan’ın deyimiyle, nükleer enerji konusunda kritik bir eşikteyiz. Bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak bir karar vermemiz ve bunu bilinçli bir şekilde yapmamız gerekiyor çünkü nükleerle ilgili bugün alınacak kararlar ve atılacak adımlar bizden sonra gelecek kuşakları da derinden etkileyecek. Durum buyken, iktidarın nükleer ajandası, nükleer enerjinin olası korkunç sonuçları ve Türkiye’nin nükleerle tarihi imtihanı kamuoyunca yeterince bilinmiyor ve sağlıklı biçimde tartışılmıyor. Çernobil felaketinin otuzuncu yıl dönümüne yaklaştığımız bu günlerde nükleer enerji ve felaketler hakkında kamuoyu nezdinde anlamlı bir tartışma zemini oluşmasına önemli bir katkıda bulunacak olan Nükleer Alaturka’nın yapım süreçleri ve kitlesel fonlama kampanyası devam ediyor.
- Her gün biraz daha karanlık 05 Kasım 2016 00:30
- Gazeteciliğin karşısındaki iktidar Kuzey Dakota'da da aynı 22 Ekim 2016 00:13
- Gazeteciler neden oturma eylemindeydi? 15 Ekim 2016 00:29
- Bundan sonrası anlatım bozukluğu 08 Ekim 2016 04:40
- Etkisiz hale getirilen barış umudu ve habercilik 01 Ekim 2016 00:52
- Çıkışımız var mı? 24 Eylül 2016 00:51
- Zamanın ruhu dayanışmada saklı 17 Eylül 2016 00:06
- En büyük, en ezen ve suçu görülmeyen... 10 Eylül 2016 00:51
- Net, yürekli, çalışkan bir muhabir 20 Ağustos 2016 00:51
- Mitik dünyamızın vahşi ikili karşıtlıkları 13 Ağustos 2016 00:13
- Mitik dünyamızın vahşi ikili karşıtlıkları 13 Ağustos 2016 00:13
- Ne zaman, ne için gazetecilik? 06 Ağustos 2016 00:54