13 Nisan 2016 00:59

Nefret söylemi ve linç ilişkisi

Nefret söylemi  ve linç ilişkisi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Nefret vakaları ve linç eylemlerinin bir arada gerçekleşmesi ile birlikte daha da önem kazanan linç kavramı son derece önemle ele alınması gereken bir olgudur. 2016 yılı boyunca toplumda milliyetçi duyguların güçlenmesi ile birlikte toplumsal çatışmaların da artması riski bulunmaktadır. Başkanlık sistemi tartışmaları, yeni anayasa gibi konular toplumsal kutuplaşmanın daha da belirginleşmesine neden olabilir. 2016 yılında da linç kültürünü besleyen kontrollü gerilim stratejisinin doğuracağı sonuçlar farklı kimlikler ve muhalifler açısından ciddi bir tehdit oluşturacaktır.”

Bu alıntı, İnsan Hakları Araştırmaları Derneğinin (İHAD) ‘Nefret Söylemi Linç İlişkisi’ başlıklı raporunun sonuç bölümünden. Geçtiğimiz günlerde bir grup gazeteci olarak İHAD Genel Başkan Yardımcısı Ayşe Bilgen ile bir araya  geldik. İHAD’ın nefret söylemi, nefret suçu ve linç ilişkisi bağlamındaki çalışmalarını dinledik ve hazırladığı raporları inceledik. 

Hrant Dink Vakfı epey bir zamandır, ‘Nefret Söylemi’ üzerine sistemli çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalar bu alanda farkındalık yaratmak açısından büyük önem taşıyor. İHAD’ın bu konudaki çabası da, bu kritik önemdeki konu açısından dikkatle takip edilmesi gereken bir özellik taşıyor. Nefret söyleminin Türkiye’de devletin resmi ideolojisinden beslendiği ve bugün Cumhurbaşkanından, MHP Genel Başkanına kadar uzanan bir siyaset zemininde her gün hararetle yeniden üretildiği dikkate alındığında, ona karşı mücadelenin de olabildiğince yaygın ve güçlü olması gerektiği açıktır.

Yeniden İHAD’ın yukarıda andığımız raporuna dönelim ve bu kez de raporun ön sözündeki ilk cümlelere bakalım: “Türkiye pek çok farklı dilsel, dinsel ve etnik grupların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu farklılıkların bir arada yaşatılması yerine tektipleştirilmiş bir ulus yaratma hedefi resmi ideoloji olarak benimsenmiştir.” 

Bu önemli tespit, Türkiye’de “Türklük” söylemi altında kurulan temel anayasa felsefesinin de zeminine işaret ediyor.

Ayşe Bilgen, toplantıda bilgi verirken nefret suçu ve linç eylemlerinin cezai yaptırım ile karşılaşmamasının, aynı suçların yaygınlaşmasındaki rolüne dikkat çekti. İHAD’ın bu tür suçların yargı süreçlerinin takibi açısından farkındalık yaratma çabalarını ve ülkenin birçok bölgesinde bu konularda toplantılar gerçekleştirme planını anlattı.

İHAD’ın ‘Nefret Söylemi ve Linç İlişkisi’ başlıklı raporunda, bu ilişkiye dair de şu vurgu yapılıyor: “Linç eylemi ona kapılanları kitleden çok artık bir güruha dönüştürür. İradesiz, şiddetle beslenen barbarlaşmış bir topluluktur ortaya çıkan. Bu topluluğun attığı her nefret tohumu, gündelik hayatta ayrışmaları derinleştirecektir. Bu nedenle nefret söyleminden başlayarak nefret suçu ve linç birlikte ele alınması gereken olgulardır.”

Raporda bu önemli saptamalarla birlikte, linç eylemleri konusunda da bir döküm yapılıyor. Ancak bu köşenin sınırları nedeniyle burada onlara girmiyorum.

Burada dikkat çekmek gereken kanımca çok temel bir nokta, ‘nefret söylemi’, ‘nefret suçu’ ve ‘linç’ eylemlerinin ‘resmi ideoloji’, devletin zirvesi ve lince katılan güruhlar ile bu ilişkileri yeniden üreten medya ile sınırlandırılamayacağıdır. Bu bir egemen sınıf politikasıdır. Daha da açık bir ifade ile Türkiye burjuvazisinin ilk oluşum süreçlerinden bugünkü pratiklerine  kadar uzanan ideolojik bir zemine sahiptir. Bu sınıf temeli ihmal edildiğinde ‘nefret suçları’nın ve linç eylemlerinin sorumluluğu da çok kolaylıkla beyni zehirlenerek sokağa salınan ‘fakir fukaraya’ fatura edilebilir. Dolayısıyla koca bir egemenlik ilişkisi ıskalanır.

Rakel Dink’in çok yerinde ifadesi ile asıl bakmamız, görmemiz  ve sorgulamamız gereken ‘Bir bebekten katil yaratan karanlık’tır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa