Kimlerin birliği, nasıl bir mücadele?
Fotoğraf: Envato
Kürt kentlerinde bir yandan devlet kuşatması ve çatışmalar, öte yandan Kürt siyasetçilere ve barıştan yana aydın-akademisyenlere yönelik saldırı ve tutuklamalar devam ediyor. Bunlara HDP’li vekillerin dokunulmazlığının kaldırılması, terör tanımının genişletilmesi, Kürt kentlerine tanklarla giren askerlerin JİTEM benzeri bir dokunulmazlık zırhının içine alınması ve bu baskı ve savaş rejimine karşı olanların vatandaşlıktan çıkartılması gibi hazırlıklar eşlik ediyor. Ülkenin batısında son aylarda patlayan bombalar toplumda “terör korkusu”nu tırmandırırken, IŞİD’in canlı bombalarının çeşitli kentlerde eylem yapabilecekleri haberleri bütün toplumda güvenlik kaygısını derinleştiriyor. AKP-Erdoğan iktidarı, toplumda oluşan kaygıyı 8 Martları, Newrozları, işçi-emekçilerin her türlü hak eylemini yasaklamanın ve bütün toplumu zapturapt altına alacağı bir “güvenlik konsepti”nin gerekçesi haline getiriyor. Yani ülkeyi yönetenler Kürt ulusal mücadelesine karşı tırmandırılan savaşı ve Suriye-Rojava’ya IŞİD üzerinden müdahale politikasının sonucu olarak ülke içine taşınan terörü, bir dikta rejimini inşa etmenin dayanağı haline getirmeye çalışıyor. Bu ‘yerli ve milli’ dikta rejimi bir yandan savaş ve milliyetçilik üzerinden ve öte yandan da Karaman’da Ensar Vakfında irini patlayan cemaatler-dinci örgütlenmeler üzerinden inşa ediliyor.
Özetle bugün faşizan saldırganlığı tırmandırarak bir dikta rejimi inşa etme peşinde koşanlar, ülkeyi bir felaketin eşiğine getirmiş bulunuyor. Elbette bu ülkede yaşayan halkların, işçi-emekçilerin çıkarları ve talepleri temelinde mücadele yürüten demokrasi güçleri ve sol-sosyalist çevreler de bu felaket tablosuna karşı bir çıkış yolu arıyor. Bu temelde son dönemlerde HDP’den Birleşik Haziran Hareketine (BHH), EMEP’ten Halkevlerine kadar çeşitli sol-sosyalist güçler arasında görüşmeler yapıldığı biliniyor. Bu görüşmelerde tartışmalar birbiriyle iç içe geçmiş iki temel noktada düğümleniyor: ‘Mücadele birliği’; hangi güçler ve nasıl bir platform etrafında gerçekleşecek?
Öncelikle şu tespiti yapalım. Bugün ne HDP, ne BHH, ne de herhangi başka bir oluşum dikta rejimine karşı ihtiyaç duyulan mücadele birliği için kendi başına yeter “platform”lar durumunda değildir-ki böyle olsaydı, zaten bugün sürdürülen görüşme ve tartışmalar olmazdı.
Sürdürülen görüşmelerde hangi güçlerin birleşmesi gerektiği sorusuna ÖDP’nin verdiği yanıt, HDP’siz bir sol-sosyalist bloktur. ÖDP’ye göre bu blok, Kürt hareketi ile mücadele birlikteliği içinde olmamalı, ancak onunla ‘dayanışmacı’ bir çizgi izlemelidir. TKP içinde yaşanan ayrışmadan sonra ulusal sorun ve Kürt mücadelesine KP’den farklı bir yaklaşım sergileyen HTKP de önce sol-sosyalist güçlerin bir mücadele platformu oluşturmaları gerektiğini savunmakta ancak bu platformu benimsemesi halinde HDP’ye kapıları kapatmaması bakımından ÖDP’den farklı bir yerde durmaktadır.
Bu yaklaşımı ortaya koyan arkadaşların yanıtlaması gereken soru şudur: Kürt savaşını kazanmayı dikta rejimini inşa etmenin ön koşulu ve en önemli dayanağı olarak gören iktidarı, Kürt ulusal hareketi ve mücadelesinden uzak durarak durdurmak mümkün müdür? Eğer bu sorunun yanıtı ‘hayır’sa, o zaman ne Kürt hareketinden uzak durmak, ne de önce biz birleşelim sonra onlar gelsin yaklaşımı içinde olmak, bugün ihtiyaç duyulan birliği tarif etmeye yetmez.
ÖDP Eş Başkanı Alper Taş, imc TV’de katıldığı bir programda laiklik ve emek sorunlarını oluşması gereken birliğin ekseni olarak tarif etmektedir. Elbette bu eksen gelişigüzel ortaya konmamakta; barış sorunu bu eksenin dışında bırakılarak HDP’siz birliğin tarifi yapılmaktadır. Oysa ne kadar kaçmaya çalışırsak çalışalım, Kürt sorunu ve bağlı olarak sürdürülen savaş mahallede, kahvede, işyerinde, fabrikada her yerde karşımıza çıkmaktadır. Ötesinde laisizm sorunu ve Alevilerin talepleri uzunca bir süredir Kürt sorunu ile çeşitli noktalarda kesişen bir demokrasi sorunu durumundadır. Uzatmadan söylersek; bugün HDP/Kürt hareketi ile eşit güç olmamayı, ortak mücadele yürütmemenin ve uzak durmanın gerekçesi yapan ÖDP ve diğer sol-sosyalist çevrelerin yapması gereken ilk şey, ülkenin geleceği bakımından böylesine hayati önem taşıyan bir süreçte örgütsel kaygılarla değil, mücadelenin ihtiyaçlarına göre hareket etmeleridir.
Özetlemek gerekirse; bugün ihtiyaç duyulan birlik, savaş politikaları ve ırkçı-dinci gericilik üzerinde yükselen dikta rejimine karşı en acil talepler etrafında bir birliktir. Kürt sorununda savaşçı politikalar karşısında barışı savunmak, iktidarın Suriye-Rojava üzerinden Bölge’ye müdahalesine karşı durmak, gerçek bir laisizm, emeğe-emekçilere karşı saldırılar ve düşünme-örgütlenme önündeki bütün engellerin kaldırılması… Bu mücadele birliği, bu talepler etrafına mücadeleyi kabul eden bütün güçleri kapsamalı ve hiçbir oluşumun kendini/platformunu dayatmayacağı esneklikte olmalıdır. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir tarafında bu talepler etrafında bir mücadele birliğinin yerellerden başlayarak oluşturulması için 1 Mayıs, önemli bir olanak olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü karanlık, geleceğimizi kuşatmadan harekete geçmezsek yarın çok geç olabilir.
- Kürtler arası ‘birlik’ arayışı ve Türkiye’nin müdahalesi 28 Ocak 2025 06:50
- Öcalan’ın mesajı ve Kırmızı Kitap 24 Ocak 2025 14:40
- Trump’ın kabinesindeki ‘dostlar’ ve ABD’nin Ortadoğu politikası 21 Ocak 2025 13:41
- Mesele sadece Erdoğan'ın adaylığı mı? 17 Ocak 2025 05:25
- Adsız süreç, çözümsüz barış! 14 Ocak 2025 05:00
- Trump, Erdoğan’ı niye övüyor? 10 Ocak 2025 04:40
- Türkiye-İsrail rekabeti ve Kürt sorunu 07 Ocak 2025 05:30
- Suriye’deki gelişmeler ve kapısı aralanan yeni ‘süreç’ 03 Ocak 2025 07:30
- Öcalan'ın mesajı ve yeni sürecin işaretleri 30 Aralık 2024 12:47
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 06:20
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30